- Allah bekçiyi sebep etti... Bekçi korkusundan geceleyin koşa koşa bağa girdi, sığındı da,
- مر عسس را ساخته یزدان سبب ** تا ز بیم او دود در باغ شب
- Bağdan geçen ırmağa yüzüğünü düşürmüş olan sevgilisinin elinde bir fener, yüzüğünü aramakta olduğunu gördü.
- بیند آن معشوقه را او با چراغ ** طالب انگشتری در جوی باغ
- O anda neşesinden Allah’a şükürler ederek bekçiye hayır dualarda bulunmaya başladı: 55
- پس قرین میکرد از ذوق آن نفس ** با ثنای حق دعای آن عسس
- “Bekçiden huylanıp kaçtım, ziyanlara girdim, ama yarabbi, sen onun yirmi misli altın ve gümüşü onun başına saç!
- که زیان کردم عسس را از گریز ** بیست چندان سیم و زر بر وی بریز
- Onu, kötü kişilerin şerrinden kurtar... Ben nasıl neşelendiysem onu da sen neşelendir!
- از عوانی مر ورا آزاد کن ** آنچنان که شادم او را شاد کن
- Onu bu âlemde de mesut et, o âlemde de... Onu kötülükten, köpeklikten kurtar!
- سعد دارش این جهان و آن جهان ** از عوانی و سگیاش وا رهان
- Allah’ım, gerçi o kötü kişinin huyu daima halkın belasını istemektir. ( ama yine sen onu koru).
- گرچه خوی آن عوان هست ای خدا ** که هماره خلق را خواهد بلا
- Kötü kişi, padişah, Müslümanları suçlu buldu diye bir haber duydu mu semirir, neşelenir... 60
- گر خبر آید که شه جرمی نهاد ** بر مسلمانان شود او زفت و شاد
- Yok... Eğer padişah, merhamet etti, o cezayı cömertliğiyle Müslümanlardan bağışladı diye bir söz duysa,
- ور خبر آید که شه رحمت نمود ** از مسلمانان فکند آن را به جود
- Bu söz yüzünden canı sıkılır, yaslara düşer... Kötü kişide daha buna benzer yüzlerce yomsuzluklar vardır.
- ماتمی در جان او افتد از آن ** صد چنین ادبارها دارد عوان
- Fakat o âşık, kötü bekçiye hayır dualar edip duruyordu. Çünkü rahata onun yüzünden kavuşmuştu.
- او عوان را در دعا در میکشید ** کز عوان او را چنان راحت رسید
- Bekçi herkese zehirdi, fakat ona panzehir! Bekçi, onun sevgilisine kavuşmasına sebep olmuştu.
- بر همه زهر و برو تریاق بود ** آن عوان پیوند آن مشتاق بود
- Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra şunu da bil ki, 65
- پس بد مطلق نباشد در جهان ** بد به نسبت باشد این را هم بدان
- Âlemde hiçbir zehir yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayakkabı olmasın!
- در زمانه هیچ زهر و قند نیست ** که یکی را پا دگر را بند نیست
- Evet... Birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı!
- مر یکی را پا دگر را پایبند ** مر یکی را زهر و بر دیگر چو قند
- Yılanın zehiri, yılana hayattır, insanaysa ölüm!
- زهر مار آن مار را باشد حیات ** نسبتش با آدمی باشد ممات
- Deniz mahlûklarına deniz, bağ, bahçe gibidir... Fakat karada yaşayanlara ölümdür, dağdır!
- خلق آبی را بود دریا چو باغ ** خلق خاکی را بود آن مرگ و داغ
- Ey iş eri, bu nispeti birden tuttur da böylece bine kadar saya dur! 70
- همچنین بر میشمر ای مرد کار ** نسبت این از یکی کس تا هزار
- Zeyd, birisine göre şeytandır, öbürüneyse sultan!
- زید اندر حق آن شیطان بود ** در حق شخصی دگر سلطان بود
- O, zeyd pek yüce bir kişidir der... Bu zeyd gebertilecek bir kâfirdir der!
- آن بگوید زید صدیق سنیست ** وین بگوید زید گبر کشتنیست
- Zeyd, bir adamdır ama ona öyledir, bunaysa baştanbaşa zahmettir, ziyandır!
- زيد يك ذات است بر آن يك جنان ** او بر اين ديگر همه رنج و زيان
- Eğer onun, sana göre de şeker hâline gelmesini istiyorsan var, onu âşıklarının gözüyle gör!
- گر تو خواهی کو ترا باشد شکر ** پس ورا از چشم عشاقش نگر
- O güzele kendi gözünle bakma... İsteneni isteyenlerin gözüyle gör! 75
- منگر از چشم خودت آن خوب را ** بین به چشم طالبان مطلوب را
- Kendi gözünü yum. Gözünün yerine, ona âşık olanlardan ariyet bir göz edin...
- چشم خود بر بند زان خوشچشم تو ** عاریت کن چشم از عشاق او
- Hatta âriyet olarak ondan bir göz, bir görüş, al da onun yüzüne, onun gözüyle bak!
- بلک ازو کن عاریت چشم و نظر ** پس ز چشم او بروی او نگر