- Ancak şeyhin kanatlarıyla uçta şeyhin askerlerinin yardımını gör!
- هین مپر الا که با پرهای شیخ ** تا ببینی عون و لشکرهای شیخ
- Bir zaman olur, onun lütuf dalgaları, sana kanat kesilir; bir an gelir, kahır ateşi seni taşır, götürür! 545
- یک زمانی موج لطفش بال تست ** آتش قهرش دمی حمال تست
- Kahrını, lütfunun zıddı sayma pek... Tesir bakımından ikisinin de birliğini gör!
- قهر او را ضد لطفش کم شمر ** اتحاد هر دو بین اندر اثر
- Bir zaman seni toprak gibi yeşertir... Bir zaman seni sevgilinin havasıyla doldurur, şişirir!
- یک زمان چون خاک سبزت میکند ** یک زمان پر باد و گبزت میکند
- Ârifin bedenine cemad vasfını verir de orada neşeli güller, nesrinler bitirir!
- جسم عارف را دهد وصف جماد ** تا برو روید گل و نسرین شاد
- Fakat bunları o görür, başkası değil... Temiz içten başka hiçbir şey cennetin kokusunu alamaz!
- لیک او بیند نبیند غیر او ** جز به مغز پاک ندهد خلد بو
- İçini, sevgiyi inkârdan arıt da orada onun gül bahçesindeki reyhanlar bitsin! 550
- مغز را خالی کن از انکار یار ** تا که ریحان یابد از گلزار یار
- İçini arıt da Muhammed’in Yemen ülkesinde Rahman kokusunu aldığı gibi sende benim sevgilimin ebedîlik kokusunu bul!
- تا بیابی بوی خلد از یار من ** چون محمد بوی رحمن از یمن
- Miraç edenlerin safında durursan yokluk, seni Burak gibi göklere yüceltir.
- در صف معراجیان گر بیستی ** چون براقت بر کشاند نیستی
- Yere mensup ve ancak aya kadar yüceltebilecek miraç değildir bu... Kamışı, şekere ulaştıran miraca benzer!
- نه چو معراج زمینی تا قمر ** بلک چون معراج کلکی تا شکر
- Bu miraç, buğunun göğe akması gibi bir miraç değildir... Ana karnındaki çocuğun bilgi ve irfan derecesine ulaşmasına benzer!
- نه چو معراج بخاری تا سما ** بل چو معراج جنینی تا نهی
- Yokluk küheylânı, ne de güzel bir buraktır... Yok olduysan seni varlık makamına götürür! 555
- خوش براقی گشت خنگ نیستی ** سوی هستی آردت گر نیستی
- Dağlar, denizler ancak tırnağına dokunabilir; o derece süratlidir... Duygu âlemini derhâl geride bırakıverir!
- کوه و دریاها سمش مس میکند ** تا جهان حس را پس میکند
- Ayağını gemiye çekte can sevgilisine giden can gibi oturduğun yerde yürüye dur!
- پا بکش در کشتی و میرو روان ** چون سوی معشوق جان جان روان
- Elsiz, ayaksız evveline evvel olmayan Allah’a kadar git... Canların, yoklukta elsiz ayaksız varlık âlemine koştukları gibi!
- دست نه و پای نه رو تا قدم ** آن چنانک تاخت جانها از عدم
- Duyan, gaflet uykusunda olmasaydı, can kulağı açık bulunsaydı sözde kıyas perdesini yırtardın ya!
- بردریدی در سخن پردهی قیاس ** گر نبودی سمع سامع را نعاس
- Ey felek, onun sözlerine inciler saç... Ey cihan, onun cihanından utan! 560
- ای فلک بر گفت او گوهر ببار ** از جهان او جهانا شرم دار
- Eğer inciler saçarsan incilerin yüz kat fazlalaşır... câmid cismin görür, sevilir bir hâle gelir.
- گر بباری گوهرت صد تا شود ** جامدت بیننده و گویا شود
- O saçtığın incileri kendin için saçtın demektir... Çünkü her çeşit sermaye yüz misli artar!
- پس نثاری کرده باشی بهر خود ** چونک هر سرمایهی تو صد شود
- Belkis’in Sebe şehrinden Süleyman aleyhisselâm’a hediye göndermesi
- قصهی هدیه فرستادن بلقیس از شهر سبا سوی سلیمان علیهالسلام
- Belkıs’ın hediyesi kırk katır yükü altın kerpiçti.
- هدیهی بلقیس چل استر بدست ** بار آنها جمله خشت زر بدست
- Hediyeleri getirenler, Süleyman’ın saray meydanına girince bir de gördüler ki yer, tamamı ile halis altınla döşenmiş!
- چون به صحرای سلیمانی رسید ** فرش آن را جمله زر پخته دید
- Altın üstünde tam kırk konaklık yol aldılar... Artık altın gözlerine su gibi bile görünmüyordu, o kadar ehemmiyetsiz bir hale gelmişti. 565
- بر سر زر تا چهل منزل براند ** تا که زر را در نظر آبی نماند
- Defalarca bu altınları, getirdiğimiz yere götürelim... Biz ne olmayacak iş yapıyoruz;
- بارها گفتند زر را وا بریم ** سوی مخزن ما چه بیگار اندریم
- Toprağı bile halis altın olan bir yere hediye olarak altın götürmek aptallıktır dediler.
- عرصهای کش خاک زر ده دهیست ** زر به هدیه بردن آنجا ابلهیست
- Ey Allah’a aklı hediye götüren, akıl, orada yoldaki topraktan da aşağıdır!
- ای ببرده عقل هدیه تا اله ** عقل آنجا کمترست از خاک راه