- Ben, bana hediye verin demedim; hediyeye layık olun dedim.
- من نمیگویم مرا هدیه دهید ** بلک گفتم لایق هدیه شوید
- Bana gayb âleminden eşi görülmedik hediyeler gelmekte... Öyle hediyeler ki insan, onları istemeye niyetlense aklına bile getiremez! 575
- که مرا از غیب نادر هدیههاست ** که بشر آن را نیارد نیز خواست
- Siz, yer altındaki madeni altın haline getiren bir yıldıza, güneşe tapıyorsunuz... o yıldızı yaratana yüz tutun!
- میپرستید اختری کو زر کند ** رو باو آرید کو اختر کند
- Değeri yüce olan canınızı hor hakir ederek gökteki güneşe tapıyorsunuz.
- میپرستید آفتاب چرخ را ** خوار کرده جان عالینرخ را
- Güneş Allah emriyle bizim aşçımızdır, çiyleri pişirir... Artık ona Allah dersen aptallıktır bu!
- آفتاب از امر حق طباخ ماست ** ابلهی باشد که گوییم او خداست
- Güneş tutulursa ne yaparsın? Ondaki o karaltıyı nasıl giderirsin?
- آفتابت گر بگیرد چون کنی ** آن سیاهی زو تو چون بیرون کنی
- Nihayet yine Allah tapısına yüz vurup ya Rabbi. O karaltıyı gider, yine ona nurunu ver demez misin? 580
- نه به درگاه خدا آری صداع ** که سیاهی را ببر وا ده شعاع
- Gece yarısı seni öldürmeye kalkışsalar ağlayıp yalvaracağım yahut aman dileyeceğim güneş nerede?
- گر کشندت نیمشب خورشید کو ** تا بنالی یا امان خواهی ازو
- Hadiselerin çoğu da hep geceleyin olur... Hâlbuki geceleyin taptığın Allah ortada yoktur.
- حادثات اغلب به شب واقع شود ** وان زمان معبود تو غایب بود
- Allah’a gönül doğruluğu ile eğilirsen yıldızlardan kurtulur, Allah’a mahrem olursun!
- سوی حق گر راستانه خم شوی ** وا رهی از اختران محرم شوی
- Mahrem oldun mu sana ağız açar, sırları söylerim... Bu suretle gece yarısı bir güneş görürsün sen!
- چون شوی محرم گشایم با تو لب ** تا ببینی آفتابی نیمشب
- Onun, temiz ruhtan başka doğuşu... Yok doğmasında da geceyle gündüz farkı olamaz. 585
- جز روان پاک او را شرق نه ** در طلوعش روز و شب را فرق نه
- Gündüz, onun doğduğu zamana derler... Geceleyin doğdu, parladı mı ortada gece kalmaz.
- روز آن باشد که او شارق شود ** شب نماند شب چو او بارق شود
- Bu görünen güneş, o güneşin önünde adeta güneşe karşı zerre nasıl görünürse öyle görünür!
- چون نماید ذره پیش آفتاب ** همچنانست آفتاب اندر لباب
- Âlemi aydınlatan, parlatan bu güneşin gözü, o güneşi görünce kamaşır şaşırır kalır!
- آفتابی را که رخشان میشود ** دیده پیشش کند و حیران میشود
- Arşın nuruna... Arşın o sonsuz ve hadsiz ışığına karşı bu güneşi bir zerre gibi görürsün!
- همچو ذره بینیش در نور عرش ** پیش نور بی حد موفور عرش
- Göze Allah’tan bir kuvvet gelince zahiri güneşi hor ve yoksul görür, bayağı bulursun! 590
- خوار و مسکین بینی او را بیقرار ** دیده را قوت شده از کردگار
- Allah, öyle bir kimyagerdir ki onun bir tesiriyle duman, yıldız haline gelmiştir...
- کیمیایی که ازو یک ماثری ** بر دخان افتاد گشت آن اختری
- Öyle bir görülmedik iksiri vardır ki karanlığı güneş haline getirmiştim.
- نادر اکسیری که از وی نیم تاب ** بر ظلامی زد به گردش آفتاب
- Bir acayip sanatkârdır ki bir sanatıyla zühale bu kadar hassa vermiştir...
- بوالعجب میناگری کز یک عمل ** بست چندین خاصیت را بر زحل
- Artık sen öbür can yıldızlarıyla can incilerini de var, buna kıyas et!
- باقی اخترها و گوهرهای جان ** هم برین مقیاس ای طالب بدان
- Duygu gözü, güneşe zebundur; ilahi bir göz ara, ilahi bir göz bul da, 595
- دیدهی حسی زبون آفتاب ** دیدهی ربانیی جو و بیاب
- Onun bakışına karşı şimşekler saçan güneşin nurları zebun olsun!
- تا زبون گردد به پیش آن نظر ** شعشعات آفتاب با شرر
- O bakış nura mensuptur, bu bakış, nâra... Ateş, nura karşı adamakıllı kara görünür!
- که آن نظر نوری و این ناری بود ** نار پیش نور بس تاری بود
- Allah sırrını kutlasın, Şeyh Abdullah-ı Mağribi’nin kerametleri
- کرامات و نور شیخ عبدالله مغربی قدس الله سره
- Şeyh Abdullah-ı Mağribi dedi ki: “Altmış yıldır ben gece nedir, görmedim.
- گفت عبدالله شیخ مغربی ** شصت سال از شب ندیدم من شبی