- Süleyman Peygamber, o elçilere dedi ki: “Ey utanan elçiler, geri dönün... Altın sizin olsun; bana gönül getirin, gönül!
- باز گردید ای رسولان خجل ** زر شما را دل به من آرید دل
- Benim bu altınlarımı da alın da o altınlara ilave edin... Körlüğünüzü anlayın da o altınları katırın fercine sokun! 615
- این زر من بر سر آن زر نهید ** کوری تن فرج استر را دهید
- Katırın ferci, altın kilit vurulmaya layıktır... Aşığın altınıysa sapsarı yüzüdür!
- فرج استر لایق حلقهی زرست ** زر عاشق روی زرد اصفرست
- O yüz, Allah’ın nazar ettiği yerdir... Hâlbuki altın madenine güneş nazar eder!
- که نظرگاه خداوندست آن ** کز نظرانداز خورشیدست کان
- Maden güneş ışığının nazargâhıdır; âşığın yüzü hakikatlere sahip olan Allah’ın nazargâhıdır.
- کو نظرگاه شعاع آفتاب ** کو نظرگاه خداوند لباب
- Şimdi de bana gelip çattınız, benim esirimsiniz ama yine benim sizi yakalamamdan korkun, canınızı siper edin!
- از گرفت من ز جان اسپر کنید ** گرچه اکنون هم گرفتار منید
- Taneye kapılmış kuş dam üstündedir ama kanadı açık olduğu halde tuzağa tutulmuştur o! 620
- مرغ فتنه دانه بر بامست او ** پر گشاده بستهی دامست او
- Mademki gönlünü canla başla taneye verdi... Sen onu tutulmadan tutulmuş bil!
- چون به دانه داد او دل را به جان ** ناگرفته مر ورا بگرفته دان
- Taneye bakıp duruyor ya... Sen o bakışları, ayağına vurulan düğüm say!
- آن نظرها که به دانه میکند ** آن گره دان کو به پا برمیزند
- Tane, sen şimdi bana hırsızlama bakıyorsun ama hele sabret; asıl ben seni çalıyorum;
- دانه گوید گر تو میدزدی نظر ** من همی دزدم ز تو صبر و مقر
- O bakış, sonunda seni bana çekince anlarsın ki ben senden gafil değilim der!
- چون کشیدت آن نظر اندر پیم ** پس بدانی کز تو من غافل نیم
- Terazinin dirhemi baş yıkayacak kil olan aktarın kilini, aktar şeker tartarken kil yemeyi âdet edinmiş olan müşterinin gizlice ve hırsızlama çalması
- قصهی عطاری کی سنگ ترازوی او گل سرشوی بود و دزدیدن مشتری گل خوار از آن گل هنگام سنجیدن شکر دزدیده و پنهان
- Toprak yemeyi adet edinmiş olan birisi bir aktara gidip kelle şekeri almak istedi. 625
- پیش عطاری یکی گلخوار رفت ** تا خرد ابلوج قند خاص زفت
- O hilebaz ve gönlü bozuk aktarın terazisinde dirhem ve taş yerine toprak vardı.
- پس بر عطار طرار دودل ** موضع سنگ ترازو بود گل
- Dedi ki: Benim terazimin dirhemi topraktır. Şeker almaya niyetin varsa sabret de dirhem bulayım.
- گفت گل سنگ ترازوی منست ** گر ترا میل شکر بخریدنست
- Adam “Mühim bir işim var, şeker almam lazım... Dirhemin ne olursa olsun, zararı yok” dedi.
- گفت هستم در مهمی قندجو ** سنگ میزان هر چه خواهی باش گو
- Kendi kendisine de “Toprak yemeyi adet edinen kişiye taş nedir ki? Toprak altından daha iyi!
- گفت با خود پیش آنک گلخورست ** سنگ چه بود گل نکوتر از زرست
- Hani o kılavuz kadın gibi... Oğlum, pek güzel bir kız buldum. 630
- همچو آن دلاله که گفت ای پسر ** نو عروسی یافتم بس خوبفر
- Pek güzel ama ondan başka bir şey daha var: o namuslu kız, helvacı kızı demiş de,
- سخت زیبا لیک هم یک چیز هست ** که آن ستیره دختر حلواگرست
- Evlenecek adam böyle olması daha iyi ya... Helvacının kızı daha yağlı, daha tatlı olur demiş!
- گفت بهتر این چنین خود گر بود ** دختر او چرب و شیرینتر بود
- Onun gibi senin de taş dirhemin yok da taş yerine toprak kullanıyorsan daha iyi ya... Toprak benim gönlümün istediği meyve!” diyordu.
- گر نداری سنگ و سنگت از گلست ** این به و به گل مرا میوهی دلست
- Aktar, terazisinin dirhem gözüne dirhem vazifesini gören taş yerine toprak parçasını koydu.
- اندر آن کفهی ترازو ز اعتداد ** او به جای سنگ آن گل را نهاد
- Öbür gözüne koymak üzere de o toprağın ağırlığınca şeker kırmaya koyuldu. 635
- پس برای کفهی دیگر به دست ** هم به قدر آن شکر را میشکست
- Şekeri kesip kıracak bir aleti olmadığı için biraz gecikti, müşteriyi de orada bıraktı.
- چون نبودش تیشهای او دیر ماند ** مشتری را منتظر آنجا نشاند
- Aktarın yüzü öbür yanaydı... Toprak yemeyi adet edinmiş olan müşteri, dayanamadı... Gizlice ve güya aktara göstermeden toprağı koparıp yemeye başladı.
- رویش آن سو بود گلخور ناشکفت ** گل ازو پوشیده دزدیدن گرفت
- Ansızın döner de beni görüverir diye de korkmaktaydı.
- ترس ترسان که نباید ناگهان ** چشم او بر من فتد از امتحان