- O hilebaz ve gönlü bozuk aktarın terazisinde dirhem ve taş yerine toprak vardı.
- پس بر عطار طرار دودل ** موضع سنگ ترازو بود گل
- Dedi ki: Benim terazimin dirhemi topraktır. Şeker almaya niyetin varsa sabret de dirhem bulayım.
- گفت گل سنگ ترازوی منست ** گر ترا میل شکر بخریدنست
- Adam “Mühim bir işim var, şeker almam lazım... Dirhemin ne olursa olsun, zararı yok” dedi.
- گفت هستم در مهمی قندجو ** سنگ میزان هر چه خواهی باش گو
- Kendi kendisine de “Toprak yemeyi adet edinen kişiye taş nedir ki? Toprak altından daha iyi!
- گفت با خود پیش آنک گلخورست ** سنگ چه بود گل نکوتر از زرست
- Hani o kılavuz kadın gibi... Oğlum, pek güzel bir kız buldum. 630
- همچو آن دلاله که گفت ای پسر ** نو عروسی یافتم بس خوبفر
- Pek güzel ama ondan başka bir şey daha var: o namuslu kız, helvacı kızı demiş de,
- سخت زیبا لیک هم یک چیز هست ** که آن ستیره دختر حلواگرست
- Evlenecek adam böyle olması daha iyi ya... Helvacının kızı daha yağlı, daha tatlı olur demiş!
- گفت بهتر این چنین خود گر بود ** دختر او چرب و شیرینتر بود
- Onun gibi senin de taş dirhemin yok da taş yerine toprak kullanıyorsan daha iyi ya... Toprak benim gönlümün istediği meyve!” diyordu.
- گر نداری سنگ و سنگت از گلست ** این به و به گل مرا میوهی دلست
- Aktar, terazisinin dirhem gözüne dirhem vazifesini gören taş yerine toprak parçasını koydu.
- اندر آن کفهی ترازو ز اعتداد ** او به جای سنگ آن گل را نهاد
- Öbür gözüne koymak üzere de o toprağın ağırlığınca şeker kırmaya koyuldu. 635
- پس برای کفهی دیگر به دست ** هم به قدر آن شکر را میشکست
- Şekeri kesip kıracak bir aleti olmadığı için biraz gecikti, müşteriyi de orada bıraktı.
- چون نبودش تیشهای او دیر ماند ** مشتری را منتظر آنجا نشاند
- Aktarın yüzü öbür yanaydı... Toprak yemeyi adet edinmiş olan müşteri, dayanamadı... Gizlice ve güya aktara göstermeden toprağı koparıp yemeye başladı.
- رویش آن سو بود گلخور ناشکفت ** گل ازو پوشیده دزدیدن گرفت
- Ansızın döner de beni görüverir diye de korkmaktaydı.
- ترس ترسان که نباید ناگهان ** چشم او بر من فتد از امتحان
- Aktar, bunu gördü... Gördü ama kendisini meşgul gösterdi. Diyordu ki: “A sararmış suratlı, hadi biraz daha fazla çal!
- دید عطار آن و خود مشغول کرد ** که فزونتر دزد هین ای رویزرد
- Toprağımı çalıyorsan bana bir şey olmuyor; sen, adeta kendi yanından et koparıyor, kendi etini yiyorsun! 640
- گر بدزدی وز گل من میبری ** رو که هم از پهلوی خود میخوری
- Benden korkup duruyorsun ya eşekliğinden... Ben de az yiyeceksin diye korkmaktayım!
- تو همی ترسی ز من لیک از خری ** من همیترسم که تو کمتر خوری
- Meşgulüm ama kamışımdan sana fazla şeker verecek kadar da ahmak değilim ben!
- گرچه مشغولم چنان احمق نیم ** که شکر افزون کشی تو از نیم
- Alacağın şekeri görünce kimin ahmak ve gafil olduğunu anlarsın, hele dur”
- چون ببینی مر شکر را ز آزمود ** پس بدانی احمق و غافل کی بود
- Kuş, o taneye baktıkça bakar, hoşlanır ama tane de uzaktan o kuşun yolunu vurur!
- مرغ زان دانه نظر خوش میکند ** دانه هم از دور راهش میزند
- Göz zinasından hoşlanırsın ama nihayet kendi yanından kopardığın eti kebap edip yemiyor musun ki? 645
- کز زنای چشم حظی میبری ** نه کباب از پهلوی خود میخوری
- Bu uzaktan bakış ok ve zehir gibidir... Gittikçe sevgin artar, sabrın eksilir!
- این نظر از دور چون تیرست و سم ** عشقت افزون میشود صبر تو کم
- Dünya malı zayıf kuşların tuzağıdır... ahiret mülkü, yüce kuşların tuzağı!
- مال دنیا دام مرغان ضعیف ** ملک عقبی دام مرغان شریف
- Hatta bu ahiret mülkü, öyle bir derin tuzaktır ki ulu ulu kuşları avlar!
- تا بدین ملکی که او دامست ژرف ** در شکار آرند مرغان شگرف
- Ben Süleyman’ım, sizin mülkünüzü istemem... Mülk istemek şöyle dursun, ben sizi, helâk edecek şeylerden kurtarırım!
- من سلیمان مینخواهم ملکتان ** بلک من برهانم از هر هلکتان
- Şimdi siz, malın, mülkün esirisiniz... Mala mülke sahip olan kişi, helâk olmaktan kurtulan, mala, mülke esir olmayan kişidir. 650
- کین زمان هستید خود مملوک ملک ** مالک ملک آنک بجهید او ز هلک