English    Türkçe    فارسی   

4
665-689

  • Fakat Allah tapısında bir secde, sana iki yüz devlet ve saltanattan daha hoş gelir. 665
  • لیک ذوق سجده‌ای پیش خدا ** خوشتر آید از دو صد دولت ترا
  • Ben ne mal isterim, ne mülk... Ne devlet isterim, ne saltanat... Bana o secde devletini ihsan et, yeter diye ağlayıp sızlanmaya başlarsın!
  • پس بنالی که نخواهم ملکها ** ملک آن سجده مسلم کن مرا
  • Cihan padişahları, kötülüklerinden dolayı kulluk şarabından bir koku bile almamışlar.
  • پادشاهان جهان از بدرگی ** بو نبردند از شراب بندگی
  • Yoksa onlar da Edhem gibi, hemencecik coşarlar, sarhoş olurlar, dünya saltanatını vurup kırarlardı!
  • ورنه ادهم‌وار سرگردان و دنگ ** ملک را برهم زدندی بی‌درنگ
  • Fakat Allah, bu âlem dursun, mamur olsun diye gözlerini ağızlarını kapamıştır.
  • لیک حق بهر ثبات این جهان ** مهرشان بنهاد بر چشم و دهان
  • Bu suretle de onlara taht ve taç tatlı gelir, âlemdeki halktan haraç alalım derler... 670
  • تا شود شیرین بریشان تخت و تاج ** که ستانیم از جهانداران خراج
  • Fakat haraç ala ala kum gibi altın yığsın yine ölür, geberirsin, onlar senden arta kalır!
  • از خراج ار جمع آری زر چو ریگ ** آخر آن از تو بماند مردریگ
  • Mal, mülk, devlet ve altın, canına yoldaş olmaz... Sen altın ver de görüşünün kuvvetlenmesi için sürme al!
  • همره جانت نگردد ملک و زر ** زر بده سرمه ستان بهر نظر
  • Bu sürmeyi çek de şu âlemin daracık bir kuyu olduğunu gör; Yusufcasına ipe el at!
  • تا ببینی کین جهان چاهیست تنگ ** یوسفانه آن رسن آری به چنگ
  • Kuyudan çıkıp dama yücelince görenler, müjde, işte bize bir köle desinler!
  • تا بگوید چون ز چاه آیی به بام ** جان که یا بشرای هذا لی غلام
  • Kuyuda göz, akisler yapar, insana hayaller görünür... Onların en bayağısı şudur: Taş altın şeklinde görünür! 675
  • هست در چاه انعکاسات نظر ** کمترین آنک نماید سنگ زر
  • Oyun zamanı çocuklarda kızışırlar... O taş topaç kırıklarını altın ve mal görürler ya.
  • وقت بازی کودکان را ز اختلال ** می‌نماید آن خزفها زر و مال
  • Fakat Allah arifleri kimyager olmuşlardır da onlara madenler bile değersiz görünür artık!
  • عارفانش کیمیاگر گشته‌اند ** تا که شد کانها بر ایشان نژند
  • Dervişin, şeyhleri rüyada görüp kazanmaya uğraşmadan ve ibadetten kalmadan helâl bir rızık dilemesi, onlarında onu irşâd etmeleri, dağdaki acı ve ekşi meyvelerin, şeyhlerin himmetiyle dervişe tatlı gelmesi
  • دیدن درویش جماعت مشایخ را در خواب و درخواست کردن روزی حلال بی‌مشغول شدن به کسب و از عبادت ماندن و ارشاد ایشان او را و میوه‌های تلخ و ترش کوهی بر وی شیرین شدن به داد آن مشایخ
  • Dervişin biri hikâye etti: Ben rüyada Hızır’a mensup olan erenleri gördüm.
  • آن یکی درویش گفت اندر سمر ** خضریان را من بدیدم خواب در
  • Onlara: “Helâl olan ve hiç vebali bulunmayan rızkı nereden elde edeyim?” dedim.
  • گفتم ایشان را که روزی حلال ** از کجا نوشم که نبود آن وبال
  • Beni dağlara ormanlara götürdüler... Ormanlarda meyveleri silktiler. 680
  • مر مرا سوی کهستان راندند ** میوه‌ها زان بیشه می‌افشاندند
  • Allah, himmetimizle bunları sana tatlı etti...
  • که خدا شیرین بکرد آن میوه را ** در دهان تو به همتهای ما
  • Hemen ye bunlar temiz, helâl ve sayısız... Aynı zamanda uğraşmaksızın, başın ağrımadan, yükünü çekmeden, yukarı aşağı koşmadan elde edilen rızıklardır dediler.
  • هین بخور پاک و حلال و بی‌حساب ** بی صداع و نقل و بالا و نشیب
  • Onları yedim, sözümde öyle bir feyiz, öyle bir tesir hâsıl oldu ki sözlerim, akılları hayran etmeye başladı.
  • پس مرا زان رزق نطقی رو نمود ** ذوق گفت من خردها می‌ربود
  • Rabbim dedim, bu bir imtihan... Sen bana bütün halktan gizli bir ihsanda bulun!
  • گفتم این فتنه‌ست ای رب جهان ** بخششی ده از همه خلقان نهان
  • Söz söyleyemez bir hale geldim... Hoş bir gönle sahip oldum; zevkimden nar gibi yarıldım! 685
  • شد سخن از من دل خوش یافتم ** چون انار از ذوق می‌بشکافتم
  • Dedim ki içimdeki bu zevk yok mu ya... Cennette bundan başka bir zevk olmasa bile,
  • گفتم ار چیزی نباشد در بهشت ** غیر این شادی که دارم در سرشت
  • Başka bir nimet istemem... Bunu bırakıp da ceviz ve şeker yemeğe girişmem!
  • هیچ نعمت آرزو ناید دگر ** زین نپردازم به حور و نیشکر
  • Kazancımdan elimde bir iki habbe kalmıştı. Onları cübbemin yenine dikmiştim.
  • مانده بود از کسب یک دو حبه‌ام ** دوخته در آستین جبه‌ام
  • Dervişin bu parayı şu oduncuya vereyim, çünkü ben şeyhlerin kerametiyle rızık elde ettim demesi, oduncunun, dervişin bu niyetini anlayıp incinmesi
  • نیت کردن او کی این زر بدهم بدان هیزم‌کش چون من روزی یافتم به کرامات مشایخ و رنجیدن آن هیزم‌کش از ضمیر و نیت او
  • Dervişin biri de odunculuk etmekteydi... Yorgun argın ormandan geldi.
  • آن یکی درویش هیزم می‌کشید ** خسته و مانده ز بیشه در رسید