- Evet... Birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı!
- مر یکی را پا دگر را پایبند ** مر یکی را زهر و بر دیگر چو قند
- Yılanın zehiri, yılana hayattır, insanaysa ölüm!
- زهر مار آن مار را باشد حیات ** نسبتش با آدمی باشد ممات
- Deniz mahlûklarına deniz, bağ, bahçe gibidir... Fakat karada yaşayanlara ölümdür, dağdır!
- خلق آبی را بود دریا چو باغ ** خلق خاکی را بود آن مرگ و داغ
- Ey iş eri, bu nispeti birden tuttur da böylece bine kadar saya dur! 70
- همچنین بر میشمر ای مرد کار ** نسبت این از یکی کس تا هزار
- Zeyd, birisine göre şeytandır, öbürüneyse sultan!
- زید اندر حق آن شیطان بود ** در حق شخصی دگر سلطان بود
- O, zeyd pek yüce bir kişidir der... Bu zeyd gebertilecek bir kâfirdir der!
- آن بگوید زید صدیق سنیست ** وین بگوید زید گبر کشتنیست
- Zeyd, bir adamdır ama ona öyledir, bunaysa baştanbaşa zahmettir, ziyandır!
- زيد يك ذات است بر آن يك جنان ** او بر اين ديگر همه رنج و زيان
- Eğer onun, sana göre de şeker hâline gelmesini istiyorsan var, onu âşıklarının gözüyle gör!
- گر تو خواهی کو ترا باشد شکر ** پس ورا از چشم عشاقش نگر
- O güzele kendi gözünle bakma... İsteneni isteyenlerin gözüyle gör! 75
- منگر از چشم خودت آن خوب را ** بین به چشم طالبان مطلوب را
- Kendi gözünü yum. Gözünün yerine, ona âşık olanlardan ariyet bir göz edin...
- چشم خود بر بند زان خوشچشم تو ** عاریت کن چشم از عشاق او
- Hatta âriyet olarak ondan bir göz, bir görüş, al da onun yüzüne, onun gözüyle bak!
- بلک ازو کن عاریت چشم و نظر ** پس ز چشم او بروی او نگر
- Bak da bıkmadan, usanmadan emin ol. İşte ululuk ıssı peygamber, bunun için “Kim kendini Allah’a verirse Allah, kendisini ona verir” dedi...
- تا شوی آمن ز سیری و ملال ** گفت کان الله له زین ذوالجلال
- “Onun gözü de ben olurum, eli de, gönlü de... Bu suretle devleti, bahtsızlıktan kurtulur” buyurdu.
- چشم او من باشم و دست و دلش ** تا رهد از مدبریها مقبلش
- Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir şey bile olsa değil mi ki sana kılavuzluk etti, sevgiline ulaştırdı, sevimlidir, dosttur! 80
- هر چه مکرو هست چون شد او دلیل ** سوی محبوبت حبیبست و خلیل
- Vaaza başladı mı zalimlere, taş yüreklilere ve itikatsızlara dua eden vaiz
- حکایت آن واعظ کی هر آغاز تذکیر دعای ظالمان و سختدلان و بیاعتقادان کردی
- Bir vaiz vardı... Minbere çıktı mı yol kesenlere duaya başlar,
- آن یکی واعظ چو بر تخت آمدی ** قاطعان راه را داعی شدی
- Ellerini kaldırıp “Yarabbi, kötülere, fesatçılara, isyancılara merhamet et!
- دست برمیداشت یا رب رحم ران ** بر بدان و مفسدان و طاغیان
- Hayır sahipleriyle alay edenlerin hepsine, bütün kâfir gönüllülere, kiliselerde bulunanlara merhamette bulun” derdi.
- بر همه تسخرکنان اهل خیر ** برهمه کافردلان و اهل دیر
- Temiz kişilere hiç dua etmez, kötülerden başkasına duada bulunmazdı.
- مینکردی او دعا بر اصفیا ** مینکردی جز خبیثان را دعا
- Ona “Hiç böyle bir âdet görmedik... Sapıklara dua etmek mürüvvet değildir” dediler. 85
- مر ورا گفتند کین معهود نیست ** دعوت اهل ضلالت جود نیست
- Dedi ki: “Ben onlardan iyilik gördüm... Bu yüzden onlara dua etmeyi âdet edindim.
- گفت نیکویی ازینها دیدهام ** من دعاشان زین سبب بگزیدهام
- O kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar.
- خبث و ظلم و جور چندان ساختند ** که مرا از شر به خیر انداختند
- Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim.
- هر گهی که رو به دنیا کردمی ** من ازیشان زخم و ضربت خوردمی
- Bu yüzden de iyilik tarafına kaçardım... Beni o kurtlar yola getirirlerdi.
- کردمی از زخم آن جانب پناه ** باز آوردندمی گرگان به راه
- Benim iyiliğime sebep oldular... Ey aklı başında adam, bu yüzden onlara dua etmek, boynumun borcudur benim!” 90
- چون سببساز صلاح من شدند ** پس دعاشان بر منست ای هوشمند
- Kul dertten, elemden Allah’a sızlanır, uğradığı zahmetten yüzlerce şikâyette bulunur.
- بنده مینالد به حق از درد و نیش ** صد شکایت میکند از رنج خویش