- Başka bir nimet istemem... Bunu bırakıp da ceviz ve şeker yemeğe girişmem!
- هیچ نعمت آرزو ناید دگر ** زین نپردازم به حور و نیشکر
- Kazancımdan elimde bir iki habbe kalmıştı. Onları cübbemin yenine dikmiştim.
- مانده بود از کسب یک دو حبهام ** دوخته در آستین جبهام
- Dervişin bu parayı şu oduncuya vereyim, çünkü ben şeyhlerin kerametiyle rızık elde ettim demesi, oduncunun, dervişin bu niyetini anlayıp incinmesi
- نیت کردن او کی این زر بدهم بدان هیزمکش چون من روزی یافتم به کرامات مشایخ و رنجیدن آن هیزمکش از ضمیر و نیت او
- Dervişin biri de odunculuk etmekteydi... Yorgun argın ormandan geldi.
- آن یکی درویش هیزم میکشید ** خسته و مانده ز بیشه در رسید
- Onu görünce dedim ki: Artık benim rızıkla işim yok... Bundan sonra rızık için gam yemiyorum. 690
- پس بگفتم من ز روزی فارغم ** زین سپس از بهر رزقم نیست غم
- Kötü meyveler bana güzel ve hoş gelmekte... Hususi bir rızka nail oldum ben.
- میوهی مکروه بر من خوش شدست ** رزق خاصی جسم را آمد به دست
- Mademki boğaz derdinden kurtuldum, birkaç habbem var, onları şuna vereyim...
- چونک من فارغ شدستم از گلو ** حبهای چندست این بدهم بدو
- Şu oduncuya bağışlayayım da o da iki üç günceğiz rızık derdinden kurtulsun!
- بدهم این زر را بدین تکلیفکش ** تا دو سه روزک شود از قوت خوش
- Oduncu içinden geçeni anlıyormuş meğerse... Çünkü kulağı, Allah nuruyla nurlanmış!
- خود ضمیرم را همیدانست او ** زانک سمعش داشت نور از شمع هو
- Her düşünce, ona göre bir şişe içindeki kandil gibi. Hepsini görüyormuş! 695
- بود پیشش سر هر اندیشهای ** چون چراغی در درون شیشهای
- İçten geçen ondan saklanamıyor... O, bütün gönüllerden geçenlere emîr kesilmiş!
- هیچ پنهان مینشد از وی ضمیر ** بود بر مضمون دلها او امیر
- O sırrına şaşılacak er, benim bu düşünceme karşı ağzının içinden söylenip durmaktaydı.
- پس همی منگید با خود زیر لب ** در جواب فکرتم آن بوالعجب
- Padişahlar hakkında böyle düşünüyorsun ha... Onlar, sana rızık vermeseler nasıl rızıklanacaksın ki demekteydi.
- که چنین اندیشی از بهر ملوک ** کیف تلقی الرزق ان لم یرزقوک
- Ben sözünü anlayamıyordum ama azarlanması gönlüme iyice aksediyordu.
- من نمیکردم سخن را فهم لیک ** بر دلم میزد عتابش نیک نیک
- Derken aslan gibi heybetle önüme geldi, sırtındaki odun demetini yere bıraktı. 700
- سوی من آمد به هیبت همچو شیر ** تنگ هیزم را ز خود بنهاد زیر
- Odunları yere korken halindeki heybetten yedi azami bir titremedir aldı!
- پرتو حالی که او هیزم نهاد ** لرزه بر هر هفت عضو من فتاد
- Dedi ki: Yarabbi, senin duaları kutlu izleri yomlu has kulların varsa,
- گفت یا رب گر ترا خاصان هیاند ** که مبارکدعوت و فرخپیاند
- Onların hürmetine lütfunun bir sanat göstermesini diliyorum... şimdicek bu odun yığını altın olsun!
- لطف تو خواهم که میناگر شود ** این زمان این تنگ هیزم زر شود
- Bunu der demez bir de gördüm ki odunlar altın olmuş, yeryüzünde ateş gibi parlayıp duruyorlar!
- در زمان دیدم که زر شد هیزمش ** همچو آتش بر زمین میتافت خوش
- Ben bunu görünce kendimden geçtim... bir hayli zaman baygın kaldım. O şaşkınlığım geçip kendime gelince, 705
- من در آن بیخود شدم تا دیرگه ** چونک با خویش آمدم من از وله
- Dedi ki: Allah’ın o ulular, gayret sahibi ve şöhretten kaçar kişilerse,
- بعد از آن گفت ای خداگر آن کبار ** بس غیورند و گریزان ز اشتهار
- Onların hürmetine yine bu altını hemen odun yap, eski haline getiriver!
- باز این را بند هیزم ساز زود ** بیتوقف هم بر آن حالی که بود
- Bu söz üzerine derhal o altın dallar, yine odun oldu... o erin işini görünce akıl da sarhoş oldu, kendisinden geçti. Bakış da!
- در زمان هیزم شد آن اغصان زر ** مست شد در کار او عقل و نظر
- Ondan sonra odunlarını yükleyip yürüdü... Hızlı hızlı önümden şehre gitti!
- بعد از آن برداشت هیزم را و رفت ** سوی شهر از پیش من او تیز و تفت
- O padişahtan, ardından gidip müşküllerini sormak, sözünü duymak istedim ama, 710
- خواستم تا در پی آن شه روم ** پرسم از وی مشکلات و بشنوم
- Heybeti mâni oldu gidemedim... Bayağı kişilerin has erlere varmasına yol yok!
- بسته کرد آن هیبت او مر مرا ** پیش خاصان ره نباشد عامه را