- Ey Müslüman, edep nedir diye arar sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir.
- ای مسلمان خود ادب اندر طلب ** نیست الا حمل از هر بیادب
- Kimi falan adamın huyu kötü, tabiatı fena diye şikâyet eder görürsen,
- هر که را بینی شکایت میکند ** که فلان کس راست طبع و خوی بد
- Bil ki bu şikâyetçinin huyu kötüdür; kötüdür ki o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor!
- این شکایتگر بدان که بدخو است ** که مر آن بدخوی را او بدگو است
- Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fena tabiatlılara tahammül eden, onların kötülüğünü söylemeyen kişidir.
- زانک خوشخو آن بود کو در خمول ** باشد از بدخو و بدطبعان حمول
- Fakat şeyh, birisinin kötülüğünü söylerse bu, Allah emriyledir, kızgınlığa, heva ve hevese uymadan değil! 775
- لیک در شیخ آن گله ز آمر خداست ** نه پی خشم و ممارات و هواست
- Onun şikâyeti, şikâyet değildir, onu ıslahtır... O şikâyet, peygamberlerin şikâyetine benzer.
- آن شکایت نیست هست اصلاح جان ** چون شکایت کردن پیغامبران
- Peygamberlerin sabırsızlığı, bil ki Allah emriyledir... Yoksa onların hilmi, kötü şeylere tahammül eder.
- ناحمولی انبیا از امر دان ** ورنه حمالست بد را حلمشان
- Onlar kötülüğe tahammül ede ede tabiatlarını öldürdüler... Artık onlardan bir tahammülsüzlük zuhur ederse kendilerinden değildir, Allah’tandır.
- طبع را کشتند در حمل بدی ** ناحمولی گر بود هست ایزدی
- Ey Süleyman, kuzgunla doğan arasında Allah hilmine bürün de bütün kuşlarla uzlaş!
- ای سلیمان در میان زاغ و باز ** حلم حق شو با همه مرغان بساز
- Ey hilmi, yüzlerce Belkıs’ı zebun eden, ey “Rabbim, kavmine sen doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” diyen! 780
- ای دو صد بلقیس حلمت را زبون ** که اهد قومی انهم لا یعلمون
- Süleyman aleyhisselam’ın, Belkis’e şirkte ısrar etme, imana gelmeyi geciktirme diye tehdit ederek haber göndermesi
- تهدید فرستادن سلیمان علیهالسلام پیش بلقیس کی اصرار میندیش بر شرک و تاخیر مکن
- Belkıs, kendine gel, aklını başına topla... Yoksa fena olur. Askerin, sana düşman kesilir, senden döner!
- هین بیا بلقیس ورنه بد شود ** لشکرت خصمت شود مرتد شود
- Perdecin, perdeni yırtar... Canın, canına düşmanlık eder!
- پردهدار تو درت را بر کند ** جان تو با تو به جان خصمی کند
- Yerdeki, gökteki zerrelerin hepsi, sınama çağında Allah askeridir.
- جمله ذرات زمین و آسمان ** لشکر حقاند گاه امتحان
- Yerli gördün ya, Âd kavmine ne yaptı! Suyu gördün ya, tufanda neler etti!
- باد را دیدی که با عادان چه کرد ** آب را دیدی که در طوفان چه کرد
- O kin denizi Firavuna ne işler açtı... Bu yeryüzü Karun’a ne işler gösterdi! 785
- آنچ بر فرعون زد آن بحر کین ** وآنچ با قارون نمودست این زمین
- Ebabil kuşları, file neler etti... Sivrisinek, Nemrud’un başını nasıl yedi!
- وآنچ آن بابیل با آن پیل کرد ** وآنچ پشه کلهی نمرود خورد
- Davud, eliyle koca taşı kaldırıp atınca taş tam altı yüz parçaya bölündü, ordu da bozguna uğradı!
- وآنک سنگ انداخت داودی بدست ** گشت شصد پاره و لشکر شکست
- Lût’un düşmanlarına taş yağdı da nihayet kara su içinde dalga yutup boğuldular!
- سنگ میبارید بر اعدای لوط ** تا که در آب سیه خوردند غوط
- Âlemdeki cansız şeylerin akıllıca peygamberlere ettikleri yardımları söylemeye kalkışsam,
- گر بگویم از جمادات جهان ** عاقلانه یاری پیغامبران
- Mesnevi o kadar büyük ki kırk deve bile âciz olur, çekemez! 790
- مثنوی چندان شود که چل شتر ** گر کشد عاجز شود از بار پر
- El, kâfirin aleyhine şahadette bulunur; Allah askeri olur, Allah’ın buyruğuna baş kor!
- دست بر کافر گواهی میدهد ** لشکر حق میشود سر مینهد
- Ey işte, güçte Allah’ın zıddına ders gösteren, kork... Sen de Allah askerleri arasındasın.
- ای نموده ضد حق در فعل درس ** در میان لشکر اویی بترس
- Cüz’ünün cüz’ü bile ona uymuştur, onun askeridir. Şimdi nifak yüzünden sana muti görünür!
- جزو جزوت لشکر از در وفاق ** مر ترا اکنون مطیعاند از نفاق
- Allah, gözüne, “Onu sık” dese göz ağrısı senin yüzlerce defa kökünü kazır!
- گر بگوید چشم را کو را فشار ** درد چشم از تو بر آرد صد دمار
- Dişine “Ona bir ceza ver” dese bir de bakarsın ki dişin, kulağını çekip burmaya başlar! 795
- ور به دندان گوید او بنما وبال ** پس ببینی تو ز دندان گوشمال