English    Türkçe    فارسی   

4
80-104

  • Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir şey bile olsa değil mi ki sana kılavuzluk etti, sevgiline ulaştırdı, sevimlidir, dosttur! 80
  • هر چه مکرو هست چون شد او دلیل ** سوی محبوبت حبیبست و خلیل
  • Vaaza başladı mı zalimlere, taş yüreklilere ve itikatsızlara dua eden vaiz
  • حکایت آن واعظ کی هر آغاز تذکیر دعای ظالمان و سخت‌دلان و بی‌اعتقادان کردی
  • Bir vaiz vardı... Minbere çıktı mı yol kesenlere duaya başlar,
  • آن یکی واعظ چو بر تخت آمدی ** قاطعان راه را داعی شدی
  • Ellerini kaldırıp “Yarabbi, kötülere, fesatçılara, isyancılara merhamet et!
  • دست برمی‌داشت یا رب رحم ران ** بر بدان و مفسدان و طاغیان
  • Hayır sahipleriyle alay edenlerin hepsine, bütün kâfir gönüllülere, kiliselerde bulunanlara merhamette bulun” derdi.
  • بر همه تسخرکنان اهل خیر ** برهمه کافردلان و اهل دیر
  • Temiz kişilere hiç dua etmez, kötülerden başkasına duada bulunmazdı.
  • می‌نکردی او دعا بر اصفیا ** می‌نکردی جز خبیثان را دعا
  • Ona “Hiç böyle bir âdet görmedik... Sapıklara dua etmek mürüvvet değildir” dediler. 85
  • مر ورا گفتند کین معهود نیست ** دعوت اهل ضلالت جود نیست
  • Dedi ki: “Ben onlardan iyilik gördüm... Bu yüzden onlara dua etmeyi âdet edindim.
  • گفت نیکویی ازینها دیده‌ام ** من دعاشان زین سبب بگزیده‌ام
  • O kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar.
  • خبث و ظلم و جور چندان ساختند ** که مرا از شر به خیر انداختند
  • Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim.
  • هر گهی که رو به دنیا کردمی ** من ازیشان زخم و ضربت خوردمی
  • Bu yüzden de iyilik tarafına kaçardım... Beni o kurtlar yola getirirlerdi.
  • کردمی از زخم آن جانب پناه ** باز آوردندمی گرگان به راه
  • Benim iyiliğime sebep oldular... Ey aklı başında adam, bu yüzden onlara dua etmek, boynumun borcudur benim!” 90
  • چون سبب‌ساز صلاح من شدند ** پس دعاشان بر منست ای هوشمند
  • Kul dertten, elemden Allah’a sızlanır, uğradığı zahmetten yüzlerce şikâyette bulunur.
  • بنده می‌نالد به حق از درد و نیش ** صد شکایت می‌کند از رنج خویش
  • Allah da der ki: Gördün ya, nihayet dert ve zahmet, seni, bana yalvarır bir hale getirdi, seni doğrulttu,
  • حق همی گوید که آخر رنج و درد ** مر ترا لابه کنان و راست کرد
  • Sen, seni yolundan alıkoyandan, bizim kapımızdan uzaklaştırıp kovandan şikâyette bulun!
  • این گله زان نعمتی کن کت زند ** از در ما دور و مطرودت کند
  • Hakikatte her düşman senin ilâcındır... Sana kimyadır, seni faydalandırır, gönlünü alır senin!
  • در حقیقت هر عدو داروی تست ** کیمیا و نافع و دلجوی تست
  • Çünkü ondan kaçar, halvet bucaklarına sığınır, Allah lütfundan yardım dilersin. 95
  • که ازو اندر گریزی در خلا ** استعانت جویی از لطف خدا
  • Dostlarınsa hakikatte düşmanlarındır; onlar seni Allah tapısından uzaklaştırır, seni meşgul ederler!
  • در حقیقت دوستانت دشمن‌اند ** که ز حضرت دور و مشغولت کنند
  • Bir hayvan vardır ki adına porsuk derler... Dayak yedikçe şişmanlar, semirir, semirir.
  • هست حیوانی که نامش اشغرست ** او به زخم چوب زفت و لمترست
  • Ona sopayı vurdukça iyileşir. Sopa vuruldukça semirir, büyür...
  • تا که چوبش می‌زنی به می‌شود ** او ز زخم چوب فربه می‌شود
  • İşte müminin canı da hakikatten bir porsuktur, o da zahmet ve meşakkatlerle kuvvetlenir, semirir.
  • نفس مومن اشغری آمد یقین ** کو به زخم رنج زفتست و سمین
  • Bu yüzden peygamberler eziyetlere, zahmetlere uğradılar... Onların çektikleri meşakkat, bütün cihan halkının çektiği meşakkatten daha üstündü, daha artıktı! 100
  • زین سبب بر انبیا رنج و شکست ** از همه خلق جهان افزونترست
  • Çünkü canları da, bütün canlardan daha büyük, daha üstündü... Onun için de onların uğradıkları belâya başka bir taife uğramadı.
  • تا ز جانها جانشان شد زفت‌تر ** که ندیدند آن بلا قوم دگر
  • Deri, ilâçlarla belâlara uğrar da Taif derisi güzel bir hale girer.
  • پوست از دارو بلاکش می‌شود ** چون ادیم طایفی خوش می‌شود
  • Yoksa ona o acı ve keskin ilaçlar sürülmeseydi pis pis kokar, berbat bir hale gelirdi!
  • ورنه تلخ و تیز مالیدی درو ** گنده گشتی ناخوش و ناپاک بو
  • İnsanı da tabaklanmamış deri say... Rutubetten nem kapar, çirkin bir hale gelir, ağır ağır kokar!
  • آدمی را پوست نامدبوغ دان ** از رطوبتها شده زشت و گران