English    Türkçe    فارسی   

4
871-895

  • Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar.
  • “Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.
  • Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor!
  • Bunun sebebini söylesem, tahtına neden bu kadar âşıktı... Anlatmaya kalkışsam söz uzar.
  • (Belkıs, tahtla aynı cinsten değildi... Doğru, fakat) bu kalem de duygusuzdur, kâtiple aynı cinsten değildir ama ona munistir, eştir, arkadaştır. 875
  • Her sanatın aleti de böyle cansızdır ama canlı olan sanatkârın munisidir.
  • Anlayış gözünde nem olmasaydı bu sebebi daha açık anlatırdım!
  • Taht haddinden fazla büyüktü; nakledilmesine imkân yoktu.
  • Pek ince sanatlıydı... Beden gibi eczası, tamamı ile birbirine bitişmişti... Ayrılıp götürülmesi de mümkün değildi, kırılabilirdi.
  • Süleyman dedi ki: Sonunda tahttan da, taçtan da soğuyacak ya! 880
  • Can, birlik âlemine ulaşır, o âlemden baş gösterirse birliğin nuruna karşı bedenin nuru kalmaz artık.
  • İnci, denizin dibinden çıktı mı denizdeki köpüklerle çer çöpü hor hakir görürsün!
  • Nurlar saçan güneş doğdu, baş gösterdi mi artık akrebin kuyruğunda kim yurt tutmak ister?
  • Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtını getirtmek lâzım.
  • Getirtmeli de buluştuğu vakit üzülmesin... Çocukça dileği yerine gelmiş olsun. 885
  • O taht bizce adi bir şey ama onca pek aziz... Ne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun!
  • Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur!
  • Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir, anlar!
  • Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu?
  • A kötü niyetli bak... Seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi? 890
  • Sen o devirlerde o toprağa, meniye, et parçasına âşıktın... O zamanlar bu kerem ve ihsanı inkâr ediyordun!
  • Önce toprak halindeyken ( ben nereden akıl ve ruh sahibi olacağım diye) inkârda bulunuyordun ya... bu kerem ve ihsan, o inkârını gidermek içindir.
  • Canlanman, evvelki inkârına karşı reddedilmez bir delildir... Şu hastalığın dermandan da beter oldu ya!
  • Toprağın bu işi yapmasına imkân mı var... Meni, düşmanlıkta bulunur, inkâra düşer mi hiç?
  • O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun... Bu yüzden düşünceyi de inkâr ediyordun, inkârı da! 895