- Sana Halime’nin gizli hikâyesini söyleyeyim de gönlünden gam gitsin! 915
- قصهی راز حلیمه گویمت ** تا زداید داستان او غمت
- Mustafa’yı sütten kesince fesleğen ve gül gibi elini alıp bağrına basarak...
- مصطفی را چون ز شیر او باز کرد ** بر کفش برداشت چون ریحان و ورد
- Her iyi ve kötüden kaçırıp esirgeyerek o padişahlar padişahını atasına teslim etmek üzere Mekke’ye geldi.
- میگریزانیدش از هر نیک و بد ** تا سپارد آن شهنشه را به جد
- O emaneti, zayi etmeden korkarak Kâbe’ye geldi, Hatîm’e girdi.
- چون همی آورد امانت را ز بیم ** شد به کعبه و آمد او اندر حطیم
- Fakat bu sırada havadan “Ey Hatîm, sana pek büyük bir güneş doğdu...
- از هوا بشنید بانگی کای حطیم ** تافت بر تو آفتابی بس عظیم
- Ey Hatîm, bugün sana cömertlik güneşinden yüz binlerce nur isabet ediverdi... 920
- ای حطیم امروز آید بر تو زود ** صد هزاران نور از خورشید جود
- Ey Hatîm, bugün sana, talih ve bahtın, ardında çavuş olduğu ulular ulusu bir padişah gelip kondu...
- ای حطیم امروز آرد در تو رخت ** محتشم شاهی که پیک اوست بخت
- Şüphe yok ki yeni baştan yücelikler âlemine mensup canların konağı olacaksın...
- ای حطیم امروز بیشک از نوی ** منزل جانهای بالایی شوی
- Tertemiz canlar her yandan bölük bölük, takım takım, şevklerinden sarhoş olarak sana gelecekler” diye ses geliyordu.
- جان پاکان طلب طلب و جوق جوق ** آیدت از هر نواحی مست شوق
- Halime bu sese şaşırıp kaldı... ne önde kimse vardı, ne artta!
- گشت حیران آن حلیمه زان صدا ** نه کسی در پیش نه سوی قفا
- Altı cihette de kimse yoktu... fakat bu canlar feda olası ses, ardı ardına gelip durmaktaydı. 925
- شش جهت خالی ز صورت وین ندا ** شد پیاپی آن ندا را جان فدا
- Halime, o güzel ses nereden geliyor, kim söylüyor diye araştırmak üzere Mustafa’yı yere bıraktı.
- مصطفی را بر زمین بنهاد او ** تا کند آن بانگ خوش را جست و جو
- Her tarafa göz gezdirdi... o sırlar açan, gizli şeyler söyleyen padişah nerede diye her tarafa baktı.
- چشم میانداخت آن دم سو به سو ** که کجا است این شه اسرارگو
- Yarabbi, böyle yüce bir ses sağdan, soldan gelmede... Fakat söyleyen kim? diyordu.
- کین چنین بانگ بلند از چپ و راست ** میرسد یا رب رساننده کجاست
- Kimseyi göremeyince şaşırdı, ümidi kesildi, söyleyeni bulamayacağını anladı... Söğüt dalı gibi her tarafı tir tir titriyordu.
- چون ندید او خیره و نومید شد ** جسم لرزان همچو شاخ بید شد
- Tekrar o aklı başında olan çocuğu bıraktığı yere döndü... Bir de ne baksın, Mustafa, koyduğu yerde yok! 930
- باز آمد سوی آن طفل رشید ** مصطفی را بر مکان خود ندید
- Büsbütün şaşırdı... Konağı dertlerle karardı âdeta!
- حیرت اندر حیرت آمد بر دلش ** گشت بس تاریک از غم منزلش
- Şu yana, bu yana koşup bağırmaya, bir tanecik incimi kim aldı benim diye feryat etmeye başladı.
- سوی منزلها دوید و بانگ داشت ** که کی بر دردانهام غارت گماشت
- Mekkeliler biz bilmiyoruz... Hatta orada bir çocuk olduğunu bile görmedik dediler.
- مکیان گفتند ما را علم نیست ** ما ندانستیم که آنجا کودکیست
- Halime öyle bir feryat edip ağlamaya başladı ki onun ağlamasını görüp başkaları da ağladılar!
- ریخت چندان اشک و کرد او بس فغان ** که ازو گریان شدند آن دیگران
- Göğsünü döverek öyle yanık yanık ağlıyordu ki ağlamasına bakıp yıldızlar bile ağlamaya koyuldular! 935
- سینه کوبان آن چنان بگریست خوش ** که اختران گریان شدند از گریهاش
- Halime’yi, yardım istemek üzere putlara götüren ihtiyar Arap
- حکایت آن پیر عرب کی دلالت کرد حلیمه را به استعانت به بتان
- Bu sırada ihtiyar bir adam, elindeki sopasını kaka kaka çıkageldi. Dedi ki: “A Halime, başına ne geldi senin?
- پیرمردی پیشش آمد با عصا ** کای حلیمه چه فتاد آخر ترا
- Neden böyle ağlıyor, yasla ciğerler dağlıyorsun?”
- که چنین آتش ز دل افروختی ** این جگرها را ز ماتم سوختی
- Halime “Ben Ahmed’in inanılır, güvenilir sütninesiyim... Onu atasına teslim etmek üzere getirdim.
- گفت احمد را رضیعم معتمد ** پس بیاوردم که بسپارم به جد
- Fakat Hatîme gelince kulağıma havadan sesler gelmeye başladı.
- چون رسیدم در حطیم آوازها ** میرسید و میشنیدم از هوا