- Fakat Hatîme gelince kulağıma havadan sesler gelmeye başladı.
- چون رسیدم در حطیم آوازها ** میرسید و میشنیدم از هوا
- Gökten gelen o sesleri duyunca çocuğu oraya bıraktım... 940
- من چو آن الحان شنیدم از هوا ** طفل را بنهادم آنجا زان صدا
- Bu sözleri kim söylüyor, göreyim dedim... Çünkü pek lâtif, pek güzel bir sesti o.
- تا ببینم این ندا آواز کیست ** که ندایی بس لطیف و بس شهیست
- Ne etrafımda kimseyi gördüm, ne de bir an o ses kesildi.
- نه از کسی دیدم بگرد خود نشان ** نه ندا می منقطع شد یک زمان
- Şaşırıp kaldım, şaşkınlıkla şuraya buraya giderken bir de baktım ki çocuk, koyduğum yerde yok... Eyvahlar olsun, yazık oldu bana!”
- چونک واگشتم ز حیرتهای دل ** طفل را آنجا ندیدم وای دل
- İhtiyar, “Meraklanma, kederlenme... Ben sana bir padişah göstereyim.
- گفتش ای فرزند تو انده مدار ** که نمایم مر ترا یک شهریار
- O sana çocuğun ne olduğunu, nereye gittiğini, nerede bulunduğunu söyler” dedi. 945
- که بگوید گر بخواهد حال طفل ** او بداند منزل و ترحال طفل
- Halime, canım feda olsun sana ey güzel yüzlü, tatlı sözlü ihtiyar!
- پس حلیمه گفت ای جانم فدا ** مر ترا ای شیخ خوب خوشندا
- Hadi, hemen bana o yüce bakışlı padişahı göster de çocuğun halinden haber alayım, dedi.
- هین مرا بنمای آن شاه نظر ** کش بود از حال طفل من خبر
- İhtiyar, Halime’yi Uzza’nın yanına götürdü... Dedi ki: “Bu put, kayıpları haber vermede tecrübe edilmiştir.
- برد او را پیش عزی کین صنم ** هست در اخبار غیبی مغتنم
- Biz, ona tapı kılarak vardık mı binlerce kaybımızı bulmuştur.”
- ما هزاران گم شده زو یافتیم ** چون به خدمت سوی او بشتافتیم
- İhtiyar, puta secde edip derhal “Ey Arabın velinimeti, ey cömertlik denizi! 950
- پیر کرد او را سجود و گفت زود ** ای خداوند عرب ای بحر جود
- Ey uzza! Sen bize nice lütuflarda bulundun da biz tuzaklardan kurtulduk.
- گفت ای عزی تو بس اکرامها ** کردهای تا رستهایم از دامها
- Lütufların yüzünden Arap’ta hakkın var... Arab’ın sana ram olması farz olmuştur.
- بر عرب حقست از اکرام تو ** فرض گشته تا عرب شد رام تو
- Sad kabilesinden olan Halime, derdine derman olacağını umarak senin gölgene gelip sığındı.
- این حلیمهی سعدی از اومید تو ** آمد اندر ظل شاخ بید تو
- Onun bir küçük çocuğu kaybolmuş... Adı Muhammed’miş!” dedi.
- که ازو فرزند طفلی گم شدست ** نام آن کودک محمد آمدست
- Arap, Muhammed der demez derhal bütün putlar yere kapandılar, secde ettiler. 955
- چون محمد گفت آن جمله بتان ** سرنگون گشت و ساجد آن زمان
- “A ihtiyar, Muhammed’i ne çeşit arayış bu? Biz onun yüzünden işten kalacak, hor hakir olacağız!
- که برو ای پیر این چه جست و جوست ** آن محمد را که عزل ما ازوست
- Biz onun yüzünden yüz üstü düşeceğiz, taşlanacağız... Onun yüzünden kârımıza kesat gelecek, ayarımız mahvolacak!
- ما نگون و سنگسار آییم ازو ** ما کساد و بیعیار آییم ازو
- Fetret zamanında hevâ ve heves ehlinin arada bir bizden gördükleri o hayaller,
- آن خیالاتی که دیدندی ز ما ** وقت فترت گاه گاه اهل هوا
- Onun devri gelince yok olacak... Su görününce teyemmümün hükmü kalmayacak!
- گم شود چون بارگاه او رسید ** آب آمد مر تیمم را درید
- A ihtiyar, uzaklaş bizden sınama ateşini alevlendirme; Ahmed’in kıskançlığıyla bizi yakma! 960
- دور شو ای پیر فتنه کم فروز ** هین ز رشک احمدی ما را مسوز
- Allah aşkına uzaklaş ey ihtiyar... Uzaklaş da takdir ateşi, seni de bizimle beraber yakmasın!
- دور شو بهر خدا ای پیر تو ** تا نسوزی ز آتش تقدیر تو
- Biliyor musun ki bu, âdeta ejderhanın kuyruğunu sıkmaktır... hiç biliyor musun, bu ne çeşit haber getiriştir?
- این چه دم اژدها افشردنست ** هیچ دانی چه خبر آوردنست
- Bu haberden denizin de yüreği coşar, madenin de... Bu haberden yedi kat gök bile tir tir titrer!” dediler.
- زین خبر جوشد دل دریا و کان ** زین خبر لرزان شود هفت آسمان