- Mustafa’nın ceddi, Halime’nin halini, halk içinde ağlayıp sızladığını,
- چون خبر یابید جد مصطفی ** از حلیمه وز فغانش بر ملا
- Sesi, bir millik mesafeye yetişecek kadar feryat ve figan ettiğini duyunca,
- وز چنان بانگ بلند و نعرهها ** که بمیلی میرسید از وی صدا
- İşi anladı... eliyle göğsünü yumruklamaya, bağırıp ağlamaya koyuldu. 985
- زود عبدالمطلب دانست چیست ** دست بر سینه همیزد میگریست
- Derken yana yakıla Kâbe kapısına gelip dedi ki: “Ey gece sırlarını da, gündüzün gizlenen işleri de bilen Allah!
- آمد از غم بر در کعبه بسوز ** کای خبیر از سر شب وز راز روز
- Kendimde bir hüner, bir marifet görmüyorum ki senin gibisiyle sırdaş olayım.
- خویشتن را من نمیبینم فنی ** تا بود همراز تو همچون منی
- Kendimde bir ehliyet görmüyorum ki bu kutlu kapıda makbule geçeyim.
- خویشتن را من نمیبینم هنر ** تا شوم مقبول این مسعود در
- Ne başımda bir değer var, ne secdemde... Ne de ağlamamla bir devlet gülümser benim.
- یا سر و سجدهی مرا قدری بود ** یا باشکم دولتی خندان شود
- Ancak o eşi bulunmaz tek incinin yüzünde senin lütuf eserlerini görmüşüm ey kerem sahibi Allah’ım. 990
- لیک در سیمای آن در یتیم ** دیدهام آثار لطفت ای کریم
- O bizden ama bize benzemiyor... Biz hep bakırız, Ahmet kimya!
- که نمیماند به ما گرچه ز ماست ** ما همه مسیم و احمد کیمیاست
- Onda gördüğüm şaşılacak şeyleri ne bir dostta gördüm ben, ne bir düşmanda!
- آن عجایبها که من دیدم برو ** من ندیدم بر ولی و بر عدو
- Bu çocuğa ihsan ettiğin faziletleri, birisi yüzyıl mücadelede bulunsa elde edemez”, nişanesini bile bulamaz.
- آنک فضل تو درین طفلیش داد ** کس نشان ندهد به صد ساله جهاد
- Senin ona olan inayetlerini iyice gördüm... Anladım ki o senin denizinin biricik incisi!
- چون یقین دیدم عنایتهای تو ** بر وی او دریست از دریای تو
- Ben de işte sana onu şefaatçi getirmedeyim... Onun yüzü suyu hürmetine ey herkesin halini bilen Allah, o ne haldedir; bana bildir! 995
- من هم او را می شفیع آرم به تو ** حال او ای حالدان با من بگو
- Kâbe içinden derhal bir ses geldi: “şimdi sana yüz gösterecek!
- از درون کعبه آمد بانگ زود ** که هماکنون رخ به تو خواهد نمود
- O yüzlerce devletle bizden nasip almıştır... Yüzlerce bölük melek, onu korumadadır.
- با دو صد اقبال او محظوظ ماست ** با دو صد طلب ملک محفوظ ماست
- Onun zahirini, âleme meşhur edeceğiz... bâtınını da herkes den gizleyeceğiz!
- ظاهرش را شهرهی گیهان کنیم ** باطنش را از همه پنهان کنیم
- Su ve toprak altın madeniydi; bizse kuyumcuyuz... Gâh onu halhal yaparız, gâh yüzük!
- زر کان بود آب و گل ما زرگریم ** که گهش خلخال و گه خاتم بریم
- Gâh kılıç bağı yaparız... Gâh aslanın boynuna tasma! 1000
- گه حمایلهای شمشیرش کنیم ** گاه بند گردن شیرش کنیم
- Gâh onu tahtı bezeyen turunç yaparız, gâh devlet isteyen padişahların başına taç ederiz!
- گه ترنج تخت بر سازیم ازو ** گاه تاج فرقهای ملکجو
- Bu toprakla aşklarımız vardır bizim... Çünkü o rıza ka’desine oturmuştur.
- عشقها داریم با این خاک ما ** زانک افتادست در قعدهی رضا
- Gâh ondan böyle bir padişah çıkarırız... Gâh o padişahı da bir padişaha âşık ederiz!
- گه چنین شاهی ازو پیدا کنیم ** گه هم او را پیش شه شیدا کنیم
- O topraktan yüz binlerce âşık, yüz binlerce maşuk yaratırız... Hepsi de feryad-ü figandadır, arayıp taramadadır!
- صد هزاران عاشق و معشوق ازو ** در فغان و در نفیر و جست و جو
- Bizim işimize candan meyli olmayanın körlüğüne işimiz budur işte! 1005
- کار ما اینست بر کوری آن ** که به کار ما ندارد میل جان
- Nevaleyi azıksızlar önüne koruz... İşte o yüzden toprağa bu faziletleri veririz biz.
- این فضیلت خاک را زان رو دهیم ** که نواله پیش بیبرگان نهیم
- Çünkü toprak, tozlu ve kapkara görünür ama içinde nurlu sıfatlar vardır.
- زانک دارد خاک شکل اغبری ** وز درون دارد صفات انوری