- Boynunu bağlayıp padişaha götürdüler, dediler ki: Bu, ben Tanrı elçisiyim demekte. 1120
- گردنش بستند و بردندش به شاه ** کین همی گوید رسولم از اله
- Halk, bu ne hiledir, bu ne saçma ve kötü şey diye karınca ve çekirge gibi başına üşüşmüş.
- خلق بر وی جمع چون مور و ملخ ** که چه مکرست و چه تزویر و چه فخ
- Eğer bu, yokluk aleminden elçi olarak gelmişse diyorlar, biz hep peygamberiz hep yüceyiz.
- گر رسول آنست که آید از عدم ** ما همه پیغامبریم و محتشم
- Biz de oradan garip olarak geldik, neden bu peygamberlik, sana mahsus olsun?
- ما از آنجا آمدیم اینجا غریب ** تو چرا مخصوص باشی ای ادیب
- Siz de uyuyan bir çocuk gibi yoldan, duraktan habersiz bir halde gelmediniz mi?
- نه شما چون طفل خفته آمدیت ** بیخبر از راه وز منزل بدیت
- Duraklarda uykuda ve sarhoş olarak geçtiniz. Yoldan, yukarıdan, aşağıdan bir haberiniz bile yoktu. 1125
- از منازل خفته بگذشتید و مست ** بیخبر از راه و از بالا و پست
- Bizse hoş bir halde beş duygu ve altı cihet aleminin ötesinden ta beş duygu ve altı cihet alemine kadar uyanık olarak yürüdük.
- ما به بیداری روان گشتیم و خوش ** از ورای پنج و شش تا پنج و شش
- Kılavuzlarımız haberdardı yol biliyorlardı. Onun için durakların aslını temelini gördük.
- دیده منزلها ز اصل و از اساس ** چون قلاووز آن خبیر و رهشناس
- Peygamberlik davasına kalkışsan hakkında padişaha, ona işkence ettir de bir daha bu çeşit söz söylemesin dediler.
- شاه را گفتند اشکنجهش بکن ** تا نگوید جنس او هیچ این سخن
- Padişah, onu pek bitkin pek zayıf gördü. Bir sille vurulsa ölüverecekti.
- شاه دیدش بس نزار و بس ضعیف ** که به یک سیلی بمیرد آن نحیف
- Artık onu dövmenin ona işkence etmenin imkanı mı vardı? Bedeni adeta cama dönmüştü. 1130
- کی توان او را فشردن یا زدن ** که چو شیشه گشته است او را بدن
- Padişah, ona güzellikle neden bu serkeşlik davasına giriştin? Diye sorayım,
- لیک با او گویم از راه خوشی ** که چرا داری تو لاف سر کشی
- Burada sertlik iş görmez tatlı dil, yılanı bile ininden çıkarır dedi.
- که درشتی ناید اینجا هیچ کار ** هم به نرمی سر کند از غار مار
- Halkı onun başından dağıttı. Padişah iyi bir adamdı zikri, virdi de iyilikti.
- مردمان را دور کرد از گرد وی ** شه لطیفی بود و نرمی ورد وی
- Onu bir yere oturttu, yerini yurdunu sordu. Neyle geçinirsin nereye sığınırsın dedi.
- پس نشاندش باز پرسیدش ز جا ** که کجا داری معاش و ملتجی
- Adam dedi ki: Darüsselam’danım, oradan yola çıktım, bu melamet yurduna düştüm. 1135
- گفت ای شه هستم از دار السلام ** آمده از ره درین دار الملام
- Ne bir evim var, ne benimle düşüp kalkan. Hiç ayın yerde evi olur mu?
- نه مرا خانهست و نه یک همنشین ** خانه کی کردست ماهی در زمین
- Padişah latife ederek dedi ki: Ne yedin kuşluk övünü olarak neyin var?
- باز شه از روی لاغش گفت باز ** که چه خوردی و چه داری چاشتساز
- İştahın var mı? Sabahleyin ne yedin ki böyle sarhoş bir hale gelmiş, atıp tutuyor, esip savuruyorsun?
- اشتهی داری چه خوردی بامداد ** که چنین سرمستی و پر لاف و باد
- Adam, kuru, yaş, ekmeğin olsaydı peygamberlik davasına kalkışır mıydım hiç?
- گفت اگر نانم بدی خشک و طری ** کی کنیمی دعوی پیغامبری
- Bu kalabalığa peygamberlik etmek, dağda kalp aramaya benzer. 1140
- دعوی پیغامبری با این گروه ** همچنان باشد که دل جستن ز کوه
- Hiç kimse dağdan, taştan akıl ve gönül aramaz, anlayış ve müşkül şeyleri belleyiş ferasetini istemez.
- کس ز کوه و سنگ عقل و دل نجست ** فهم و ضبط نکتهی مشکل نجست
- Sen ne dersen dağ da sana hemen onu söyler, alaycılar gibi seninle alay eder.
- هر چه گویی باز گوید که همان ** میکند افسوس چون مستهزیان
- Bu kavim nerede, bu kavime haber vermek nerede? Cansız bir şeyden kim can ister?
- از کجا این قوم و پیغام از کجا ** از جمادی جان کرا باشد رجا
- Sen, bir kadından, yahut paradan haber, verirsen hepsi malını, senin önüne kor.
- گر تو پیغام زنی آری و زر ** پیش تو بنهند جمله سیم و سر