- Kılavuzlarımız haberdardı yol biliyorlardı. Onun için durakların aslını temelini gördük.
- دیده منزلها ز اصل و از اساس ** چون قلاووز آن خبیر و رهشناس
- Peygamberlik davasına kalkışsan hakkında padişaha, ona işkence ettir de bir daha bu çeşit söz söylemesin dediler.
- شاه را گفتند اشکنجهش بکن ** تا نگوید جنس او هیچ این سخن
- Padişah, onu pek bitkin pek zayıf gördü. Bir sille vurulsa ölüverecekti.
- شاه دیدش بس نزار و بس ضعیف ** که به یک سیلی بمیرد آن نحیف
- Artık onu dövmenin ona işkence etmenin imkanı mı vardı? Bedeni adeta cama dönmüştü. 1130
- کی توان او را فشردن یا زدن ** که چو شیشه گشته است او را بدن
- Padişah, ona güzellikle neden bu serkeşlik davasına giriştin? Diye sorayım,
- لیک با او گویم از راه خوشی ** که چرا داری تو لاف سر کشی
- Burada sertlik iş görmez tatlı dil, yılanı bile ininden çıkarır dedi.
- که درشتی ناید اینجا هیچ کار ** هم به نرمی سر کند از غار مار
- Halkı onun başından dağıttı. Padişah iyi bir adamdı zikri, virdi de iyilikti.
- مردمان را دور کرد از گرد وی ** شه لطیفی بود و نرمی ورد وی
- Onu bir yere oturttu, yerini yurdunu sordu. Neyle geçinirsin nereye sığınırsın dedi.
- پس نشاندش باز پرسیدش ز جا ** که کجا داری معاش و ملتجی
- Adam dedi ki: Darüsselam’danım, oradan yola çıktım, bu melamet yurduna düştüm. 1135
- گفت ای شه هستم از دار السلام ** آمده از ره درین دار الملام
- Ne bir evim var, ne benimle düşüp kalkan. Hiç ayın yerde evi olur mu?
- نه مرا خانهست و نه یک همنشین ** خانه کی کردست ماهی در زمین
- Padişah latife ederek dedi ki: Ne yedin kuşluk övünü olarak neyin var?
- باز شه از روی لاغش گفت باز ** که چه خوردی و چه داری چاشتساز
- İştahın var mı? Sabahleyin ne yedin ki böyle sarhoş bir hale gelmiş, atıp tutuyor, esip savuruyorsun?
- اشتهی داری چه خوردی بامداد ** که چنین سرمستی و پر لاف و باد
- Adam, kuru, yaş, ekmeğin olsaydı peygamberlik davasına kalkışır mıydım hiç?
- گفت اگر نانم بدی خشک و طری ** کی کنیمی دعوی پیغامبری
- Bu kalabalığa peygamberlik etmek, dağda kalp aramaya benzer. 1140
- دعوی پیغامبری با این گروه ** همچنان باشد که دل جستن ز کوه
- Hiç kimse dağdan, taştan akıl ve gönül aramaz, anlayış ve müşkül şeyleri belleyiş ferasetini istemez.
- کس ز کوه و سنگ عقل و دل نجست ** فهم و ضبط نکتهی مشکل نجست
- Sen ne dersen dağ da sana hemen onu söyler, alaycılar gibi seninle alay eder.
- هر چه گویی باز گوید که همان ** میکند افسوس چون مستهزیان
- Bu kavim nerede, bu kavime haber vermek nerede? Cansız bir şeyden kim can ister?
- از کجا این قوم و پیغام از کجا ** از جمادی جان کرا باشد رجا
- Sen, bir kadından, yahut paradan haber, verirsen hepsi malını, senin önüne kor.
- گر تو پیغام زنی آری و زر ** پیش تو بنهند جمله سیم و سر
- Filan yerde seni bir güzel oğlan çağırıyor, sana aşık olmuş dersen bunu anlar. 1145
- که فلان جا شاهدی میخواندت ** عاشق آمد بر تو او میداندت
- Fakat Tanrı’dan bal gibi haber verir, ey ahdına bütün kul, Tanrı’ya gel dersen,
- ور تو پیغام خدا آری چو شهد ** که بیا سوی خدا ای نیکعهد
- Bu ölü alemden vazgeç de azık ve kar alemine git. Madem ki baki olmak imkanı var, fani olma diye öğütte bulunursan,
- از جهان مرگ سوی برگ رو ** چون بقا ممکن بود فانی مشو
- Senin kanına kastederler. Fakat bu, din ve hüner taassubundan değildir.
- قصد خون تو کنند و قصد سر ** نه از برای حمیت دین و هنر
- Halkın, onları Tanrı’ya ve ebedilik abıhayatına çağıran Tanrı velilerine düşman olmasının ve onlarla yabancı bir halde yaşamasının sebebi
- سبب عداوت عام و بیگانه زیستن ایشان به اولیاء خدا کی بحقشان میخوانند و با آب حیات ابدی
- Hatta mala mülke sarılmaları yüzünden bu sözleri duymak, onlara acı gelir.
- بلک از چفسیدگی در خان و مان ** تلخشان آید شنیدن این بیان
- Eşeğin yarasına bir bez bağlasan da o bez, yaraya yapışsa, sonra onu çekip çıkarmak istesen eşek derhal, 1150
- خرقهای بر ریش خر چفسید سخت ** چونک خواهی بر کنی زو لخت لخت
- Acıdan çifte atmaya kalkışır. Ne mutlu o adama ki böyle bir işe girişmedi.
- جفته اندازد یقین آن خر ز درد ** حبذا آن کس کزو پرهیز کرد