English    Türkçe    فارسی   

5
1134-1158

  • Onu bir yere oturttu, yerini yurdunu sordu. Neyle geçinirsin nereye sığınırsın dedi.
  • پس نشاندش باز پرسیدش ز جا  ** که کجا داری معاش و ملتجی 
  • Adam dedi ki: Darüsselam’danım, oradan yola çıktım, bu melamet yurduna düştüm. 1135
  • گفت ای شه هستم از دار السلام  ** آمده از ره درین دار الملام 
  • Ne bir evim var, ne benimle düşüp kalkan. Hiç ayın yerde evi olur mu?
  • نه مرا خانه‌ست و نه یک همنشین  ** خانه کی کردست ماهی در زمین 
  • Padişah latife ederek dedi ki: Ne yedin kuşluk övünü olarak neyin var?
  • باز شه از روی لاغش گفت باز  ** که چه خوردی و چه داری چاشت‌ساز 
  • İştahın var mı? Sabahleyin ne yedin ki böyle sarhoş bir hale gelmiş, atıp tutuyor, esip savuruyorsun?
  • اشتهی داری چه خوردی بامداد  ** که چنین سرمستی و پر لاف و باد 
  • Adam, kuru, yaş, ekmeğin olsaydı peygamberlik davasına kalkışır mıydım hiç?
  • گفت اگر نانم بدی خشک و طری  ** کی کنیمی دعوی پیغامبری 
  • Bu kalabalığa peygamberlik etmek, dağda kalp aramaya benzer. 1140
  • دعوی پیغامبری با این گروه  ** هم‌چنان باشد که دل جستن ز کوه 
  • Hiç kimse dağdan, taştan akıl ve gönül aramaz, anlayış ve müşkül şeyleri belleyiş ferasetini istemez.
  • کس ز کوه و سنگ عقل و دل نجست  ** فهم و ضبط نکته‌ی مشکل نجست 
  • Sen ne dersen dağ da sana hemen onu söyler, alaycılar gibi seninle alay eder.
  • هر چه گویی باز گوید که همان  ** می‌کند افسوس چون مستهزیان 
  • Bu kavim nerede, bu kavime haber vermek nerede? Cansız bir şeyden kim can ister?
  • از کجا این قوم و پیغام از کجا  ** از جمادی جان کرا باشد رجا 
  • Sen, bir kadından, yahut paradan haber, verirsen hepsi malını, senin önüne kor.
  • گر تو پیغام زنی آری و زر  ** پیش تو بنهند جمله سیم و سر 
  • Filan yerde seni bir güzel oğlan çağırıyor, sana aşık olmuş dersen bunu anlar. 1145
  • که فلان جا شاهدی می‌خواندت  ** عاشق آمد بر تو او می‌داندت 
  • Fakat Tanrı’dan bal gibi haber verir, ey ahdına bütün kul, Tanrı’ya gel dersen,
  • ور تو پیغام خدا آری چو شهد  ** که بیا سوی خدا ای نیک‌عهد 
  • Bu ölü alemden vazgeç de azık ve kar alemine git. Madem ki baki olmak imkanı var, fani olma diye öğütte bulunursan,
  • از جهان مرگ سوی برگ رو  ** چون بقا ممکن بود فانی مشو 
  • Senin kanına kastederler. Fakat bu, din ve hüner taassubundan değildir.
  • قصد خون تو کنند و قصد سر  ** نه از برای حمیت دین و هنر 
  • Halkın, onları Tanrı’ya ve ebedilik abıhayatına çağıran Tanrı velilerine düşman olmasının ve onlarla yabancı bir halde yaşamasının sebebi
  • سبب عداوت عام و بیگانه زیستن ایشان به اولیاء خدا کی بحقشان می‌خوانند و با آب حیات ابدی 
  • Hatta mala mülke sarılmaları yüzünden bu sözleri duymak, onlara acı gelir.
  • بلک از چفسیدگی در خان و مان  ** تلخشان آید شنیدن این بیان 
  • Eşeğin yarasına bir bez bağlasan da o bez, yaraya yapışsa, sonra onu çekip çıkarmak istesen eşek derhal, 1150
  • خرقه‌ای بر ریش خر چفسید سخت  ** چونک خواهی بر کنی زو لخت لخت 
  • Acıdan çifte atmaya kalkışır. Ne mutlu o adama ki böyle bir işe girişmedi.
  • جفته اندازد یقین آن خر ز درد  ** حبذا آن کس کزو پرهیز کرد 
  • Hele eşeğin elli tane yarası olsa, her yarasının başında, yaraya yapışmış bir bez bulunsa artık var sen kıyas et!
  • خاصه پنجه ریش و هر جا خرقه‌ای  ** بر سرش چفسیده در نم غرقه‌ای 
  • Mal mülk, bez gibidir, bu hırs ise yara. Kimin hırsı fazla ise yarası fazladır.
  • خان و مان چون خرقه و این حرص‌ریش  ** حرص هر که بیش باشد ریش بیش 
  • Baykuşun malı mülkü ancak yıkık yerdir. O, Tabes ve Bağdat şehirlerinin vasıflarını dinlemez bile.
  • خان و مان چغد ویرانست و بس  ** نشنود اوصاف بغداد و طبس 
  • Padişah kuşu yoldan geldi mi bu baykuşlara, padişahtan yüzlerce haber getirir. 1155
  • گر بیاید باز سلطانی ز راه  ** صد خبر آرد بدین چغدان ز شاه 
  • Saltanat merkezini oradaki bağları bahçeleri, dereleri anlatır. Anlatır ama ona yüzlerce düşmen vah vah eder.
  • شرح دارالملک و باغستان و جو  ** پس برو افسوس دارد صد عدو 
  • Doğan kuşu eski masallar anlatmada, saçma sapan söylenip durmada.
  • که چه باز آورد افسانه‌ی کهن  ** کز گزاف و لاف می‌بافد سخن 
  • Halbuki asıl eskimiş ebedi olarak çürümüş olanlar, onlardır. Yoksa o nefes eskiyi yenileştirir.
  • کهنه ایشانند و پوسیده‌ی ابد  ** ورنه آن دم کهنه را نو می‌کند