- Heykelin ardına düşüp koşa koşa geldi, onu Mustafa’nın odasında gördü.
- از پی هیکل شتاب اندر دوید ** در وثاق مصطفی و آن را بدید
- Gördü ama Allah eli bizzat o pisliği yıkamaktaydı, kötü gözler ondan ırak olsun; kafir bunu da gördü.
- کان یدالله آن حدث را هم به خود ** خوش همیشوید که دورش چشم بد
- Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coşkunluktur baş gösterdi, yakasını yırttı.
- هیکلش از یاد رفت و شد پدید ** اندرو شوری گریبان را درید
- İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.
- میزد او دو دست را بر رو و سر ** کله را میکوفت بر دیوار و در
- Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı. 125
- آنچنان که خون ز بینی و سرش ** شد روان و رحم کرد آن مهترش
- Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
- نعرهها زد خلق جمع آمد برو ** گبر گویان ایهاالناس احذروا
- Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.
- میزد او بر سر کای بیعقل سر ** میزد او بر سینه کای بینور بر
- Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyor;
- سجده میکرد او کای کل زمین ** شرمسارست از تو این جزو مهین
- Sen küllü olduğun halde O’nun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;
- تو که کلی خاضع امر ویی ** من که جزوم ظالم و زشت و غوی
- Sen kül iken Allah’ya karşı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor: 130
- تو که کلی خوار و لرزانی ز حق ** من که جزوم در خلاف و در سبق
- Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu.
- هر زمان میکرد رو بر آسمان ** که ندارم روی ای قبلهی جهان
- Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
- چون ز حد بیرون بلرزید و طپید ** مصطفیاش در کنار خود کشید
- Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.
- ساکنش کرد و بسی بنواختش ** دیدهاش بگشاد و داد اشناختش
- Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?
- تا نگرید ابر کی خندد چمن ** تا نگرید طفل کی جوشد لبن
- Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der. 135
- طفل یک روزه همیداند طریق ** که بگریم تا رسد دایهی شفیق
- Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.
- تو نمیدانی که دایهی دایگان ** کم دهد بیگریه شیر او رایگان
- Kulak ver, “Çok ağlayın” dedi. Ağlayın da yaratıcı Allah’nın ihsan sütü aksın.
- گفت فلیبکوا کثیرا گوش دار ** تا بریزد شیر فضل کردگار
- Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.
- گریهی ابرست و سوز آفتاب ** استن دنیا همین دو رشته تاب
- Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi?
- گر نبودی سوز مهر و اشک ابر ** کی شدی جسم و عرض زفت و سطبر
- Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu? 140
- کی بدی معمور این هر چار فصل ** گر نبودی این تف و این گریه اصل
- Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa,
- سوز مهر و گریهی ابر جهان ** چون همی دارد جهان را خوشدهان
- Sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline getir.
- آفتاب عقل را در سوز دار ** چشم را چون ابر اشکافروز دار
- Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek senin şerefini giderdi.
- چشم گریان بایدت چون طفل خرد ** کم خور آن نان را که نان آب تو برد
- Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.
- تن چو با برگست روز و شب از آن ** شاخ جان در برگریزست و خزان
- Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çoğaltmak gerek. 145
- برگ تن بیبرگی جانست زود ** این بباید کاستن آن را فزود