Bu sefer o taklit alemindeki gülüşüne güleceği gelir, tatlı tatlı güler.
خندهش آید هم بر آن خندهی خودش ** که در آن تقلید بر میآمدش
Der ki: Bunca uzun ve uzak yollardan geldim. Hakikat, hep bu hakikatmış, sırlar; hep bu sırlar.
گوید از چندین ره دور و دراز ** کین حقیقت بود و این اسرار و راز
Ben o vadide kendimden uzak olarak neşeleniyor, körlüğümden, hamlığımdan, 1285
من در آن وادی چگونه خود ز دور ** شادیی میکردم از عمیا و شور
Ne hayaller kuruyordum, halbuki ne umuyordum ne çıktı? Ters anlayışım, meğer bana ters ve yanlış suretler gösteriyormuş.
من چه میبستم خیال و آن چه بود ** درک سستم سست نقشی مینمود
Yolda emekleyen çocukta erlerin düşüncesi nerede? Nerede onun hayali? Nerede dosdoğru hakikat?
طفل راه را فکرت مردان کجاست ** کو خیال او و کو تحقیق راست
Çocukların düşünceleri ya dadıdır, ya süt. Ya kuru üzümdür, cevizdir yahut da bağırıp ağlama.
فکر طفلان دایه باشد یا که شیر ** یا مویز و جوز یا گریه و نفیر
O mukallit de illetli bir çocuğa benzer. İnce bahislere girişir, deliller getirir ama aldırma.
آن مقلد هست چون طفل علیل ** گر چه دارد بحث باریک و دلیل
Delil bulmada ki, müşkül işleri halletmedeki o derinleşme, onu basiretten alır. 1290
آن تعمق در دلیل و در شکال ** از بصیرت میکند او را گسیل
Sırrının sürmesi olan hakikati bırakmıştır da müşkül şeyleri söylemeye girişmiştir.
مایهای کو سرمهی سر ویست ** برد و در اشکال گفتن کار بست
Ey mukallit, Buhara’dan dön de horluğa doğru yürü, ancak bu suretle aslan bir er olabilirsin.
ای مقلد از بخارا باز گرد ** رو به خواری تا شوی تو شیرمرد
Nihayette kendi içinde başka bir Buhara görürsün ki saflar yaran erler bile onun meclisinde kendilerinden geçmiş, bir şey anlamaz bir hale girmişlerdir.
تا بخارای دگر بینی درون ** صفدران در محفلش لا یفقهون
Çavuş, gerçi yeryüzünde pek çevik pek çabuk gider. Gider ama denize varınca damarı kopar.
پیک اگر چه در زمین چابکتگیست ** چون به دریا رفت بسکسته رگیست
O, ancak karada “Onları yüklendik” sırrına mazhardır. Asıl adam, yükleri denizde yüklenendir. 1295
او حملناهم بود فیالبر و بس ** آنک محمولست در بحر اوست کس
Koş ey vehme, surete kapılmış adam, padişahında bir çok ihsan ve lütufları vardır.
بخشش بسیار دارد شه بدو ** ای شده در وهم و تصویری گرو
O saf ve bön mürit de, o azize uydu da taklitle ağlamaya koyuldu.
آن مرید ساده از تقلید نیز ** گریهای میکرد وفق آن عزیز
O mukallit de sağır adam gibi ağlayanı gördü, sebebinden haberi olmaksızın ağlamaya başladı.
او مقلدوار همچون مرد کر ** گریه میدید و ز موجب بیخبر
Bir hayli ağlayıp, tapı kılarak dışarı çıkınca başka bir hararetli ve has mürit, ardına düşüp ona yetişti.
چون بسی بگریست خدمت کرد و رفت ** از پیش آمد مرید خاص تفت
Dedi ki: Ey bulut gibi habersiz ağlayan, bakışı ile adamı adam eden şeyhin ağlamasına uyup hiçbir şeyden haberi olmaksızın ağlamaya koyulan! 1300
گفت ای گریان چو ابر بیخبر ** بر وفاق گریهی شیخ نظر
Ey vefalı mürit, Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için kendine gel. Gerçi taklitten de faydalanırsın ama,
الله الله الله ای وافی مرید ** گر چه درتقلید هستی مستفید
O padişahı ağlıyor gördüm de ben de onun gibi ağladım demek şartı ile. Çünkü bu söz münkirliktir.
تا نگویی دیدم آن شه میگریست ** من چو او بگریستم که آن منکریست
Bilgisizlik taklit ve zan ile dolu olan ağlayış, o inanılan kişinin ağlayışına benzemez.
گریهی پر جهل و پر تقلید و ظن ** نیست همچون گریهی آن متمن
Sen bu ağlayışı o ağlayışa kıyas etme. Bu ağlayıştan o ağlayışa uzun bir yol var.
تو قیاس گریه بر گریه مساز ** هست زین گریه بدان راه دراز
O ağlayış, tam otuz yıl savaştan sonra elde edilir. Akıl, o makama yaramaz. 1305
هست آن از بعد سیساله جهاد ** عقل آنجا هیچ نتواند فتاد
Akılla o makam arasında yüz konak var. Akıl, o durağı bilemez bilir sanma.
هست زان سوی خرد صد مرحله ** عقل را واقف مدان زان قافله
Onun ağlayışı, ne gamdandır, ne ferahtan. Güzelliğin ta kendisi olan ağlayışı ruh bilir.
گریهی او نه از غمست و نه از فرح ** روح داند گریهی عین الملح