- Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.
- خر مهذب گشته و آموخته ** خوان نهادست و چراغ افروخته
- Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.
- کرد نادیده و در خانه بکوفت ** کای کنیزک چند خواهی خانه روفت
- Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
- از پی روپوش میگفت این سخن ** کای کنیزک آمدم در باز کن
- Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. 1350
- کرد خاموش و کنیزک را نگفت ** راز را از بهر طمع خود نهفت
- Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
- پس کنیزک جمله آلات فساد ** کرد پنهان پیش شد در را گشاد
- Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.
- رو ترش کرد و دو دیده پر ز نم ** لب فرو مالید یعنی صایمم
- Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü.
- در کف او نرمه جاروبی که من ** خانه را میروفتم بهر عطن
- Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.
- چونک باع جاروب در را وا گشاد ** گفت خاتون زیر لب کای اوستاد
- Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? 1355
- رو ترش کردی و جاروبی به کف ** چیست آن خر برگسسته از علف
- İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede.
- نیم کاره و خشمگین جنبان ذکر ** ز انتظار تو دو چشمش سوی در
- Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp,
- زیر لب گفت این نهان کرد از کنیز ** داشتش آن دم چو بیجرمان عزیز
- Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle.
- بعد از آن گفتش که چادر نه به سر ** رو فلان خانه ز من پیغام بر
- Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.
- این چنین گو وین چنین کن وآنچنان ** مختصر کردم من افسانهی زنان
- Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca, 1360
- آنچ مقصودست مغز آن بگیر ** چون براهش کرد آن زال ستیر
- Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
- بود از مستی شهوت شادمان ** در فرو بست و همیگفت آن زمان
- Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
- یافتم خلوت زنم از شکر بانگ ** رستهام از چار دانگ و از دو دانگ
- Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü.
- از طرب گشته بزان زن هزار ** در شرار شهوت خر بیقرار
- Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!
- چه بزان که آن شهوت او را بز گرفت ** بز گرفتن گیج را نبود شگفت
- Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir. 1365
- میل شهوت کر کند دل را و کور ** تا نماید خر چو یوسف نار نور
- Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar.
- ای بسا سرمست نار و نارجو ** خویشتن را نور مطلق داند او
- Yalnız Tanrı kulu böyle değildir. yahut da Tanrı birisini çeker çevirir de yola getirir, yaprağı döndürür bu da başka!
- جز مگر بندهی خدا یا جذب حق ** با رهش آرد بگرداند ورق
- Böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar.
- تا بداند که آن خیال ناریه ** در طریقت نیست الا عاریه
- Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.
- زشتها را خوب بنماید شره ** نیست چون شهوت بتر ز آفتاب ره
- Şehvet yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. Yüz binlerce akıllı, fikirli adamı şaşkın bir hale getirmiştir. 1370
- صد هزاران نام خوش را کرد ننگ ** صد هزاران زیرکان را کرد دنگ
- Bir eşeği bile Mısır Yusuf’u gibi güzel gösterdikten sonra o çıfıt, bir Yusuf’u nasıl gösterir?
- چون خری را یوسف مصری نمود ** یوسفی را چون نماید آن جهود