English    Türkçe    فارسی   

5
1347-1371

  • Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.
  • خر مهذب گشته و آموخته  ** خوان نهادست و چراغ افروخته 
  • Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.
  • کرد نادیده و در خانه بکوفت  ** کای کنیزک چند خواهی خانه روفت 
  • Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
  • از پی روپوش می‌گفت این سخن  ** کای کنیزک آمدم در باز کن 
  • Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. 1350
  • کرد خاموش و کنیزک را نگفت  ** راز را از بهر طمع خود نهفت 
  • Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
  • پس کنیزک جمله آلات فساد  ** کرد پنهان پیش شد در را گشاد 
  • Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.
  • رو ترش کرد و دو دیده پر ز نم  ** لب فرو مالید یعنی صایمم 
  • Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü.
  • در کف او نرمه جاروبی که من  ** خانه را می‌روفتم بهر عطن 
  • Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.
  • چونک باع جاروب در را وا گشاد  ** گفت خاتون زیر لب کای اوستاد 
  • Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? 1355
  • رو ترش کردی و جاروبی به کف  ** چیست آن خر برگسسته از علف 
  • İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede.
  • نیم کاره و خشمگین جنبان ذکر  ** ز انتظار تو دو چشمش سوی در 
  • Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp,
  • زیر لب گفت این نهان کرد از کنیز  ** داشتش آن دم چو بی‌جرمان عزیز 
  • Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle.
  • بعد از آن گفتش که چادر نه به سر  ** رو فلان خانه ز من پیغام بر 
  • Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.
  • این چنین گو وین چنین کن وآنچنان  ** مختصر کردم من افسانه‌ی زنان 
  • Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca, 1360
  • آنچ مقصودست مغز آن بگیر  ** چون براهش کرد آن زال ستیر 
  • Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
  • بود از مستی شهوت شادمان  ** در فرو بست و همی‌گفت آن زمان 
  • Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
  • یافتم خلوت زنم از شکر بانگ  ** رسته‌ام از چار دانگ و از دو دانگ 
  • Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü.
  • از طرب گشته بزان زن هزار  ** در شرار شهوت خر بی‌قرار 
  • Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!
  • چه بزان که آن شهوت او را بز گرفت  ** بز گرفتن گیج را نبود شگفت 
  • Şehvet isteği, gönlü sağır ve kör yaptı mı eşeği bile Yusuf gibi nurdan meydana gelmiş bir ateş parçası gösterir. 1365
  • میل شهوت کر کند دل را و کور  ** تا نماید خر چو یوسف نار نور 
  • Nice ateşten sarhoş olmuşlar vardır ki ateş ararlar, kendilerini de mutlak nur sanırlar.
  • ای بسا سرمست نار و نارجو  ** خویشتن را نور مطلق داند او 
  • Yalnız Tanrı kulu böyle değildir. yahut da Tanrı birisini çeker çevirir de yola getirir, yaprağı döndürür bu da başka!
  • جز مگر بنده‌ی خدا یا جذب حق  ** با رهش آرد بگرداند ورق 
  • Böyle olan o ateş hayali bilir, o hayalin yolda eğreti olduğunu anlar.
  • تا بداند که آن خیال ناریه  ** در طریقت نیست الا عاریه 
  • Hırs çirkinleri güzel gösterir. Yol afetleri içinde şehvetten beteri yoktur.
  • زشتها را خوب بنماید شره  ** نیست چون شهوت بتر ز آفتاب ره 
  • Şehvet yüz binlerce iyi adı kötüye çıkarmıştır. Yüz binlerce akıllı, fikirli adamı şaşkın bir hale getirmiştir. 1370
  • صد هزاران نام خوش را کرد ننگ  ** صد هزاران زیرکان را کرد دنگ 
  • Bir eşeği bile Mısır Yusuf’u gibi güzel gösterdikten sonra o çıfıt, bir Yusuf’u nasıl gösterir?
  • چون خری را یوسف مصری نمود  ** یوسفی را چون نماید آن جهود