English    Türkçe    فارسی   

5
1388-1412

  • Soluk bile alamadan derhal can verdi. Seki bir yana düştü o bir yana.
  • دم نزد در حال آن زن جان بداد  ** کرسی از یک‌سو زن از یک‌سو فتاد 
  • Ahırın içi kanla doldu, kadın baş aşağı yıkıldı, öldü. Kötü bir ölüm, kadının canını aldı.
  • صحن خانه پر ز خون شد زن نگون  ** مرد او و برد جان ریب المنون 
  • Kötü ölüm, yüzlerce rezillikle gelip çattı babacığım. Sen hiç eşeğin aletinden şehit olmuş insan gördün mü? 1390
  • مرگ بد با صد فضیحت ای پدر  ** تو شهیدی دیده‌ای از کیر خر 
  • Kuran’dan rezillikle azap edilmeyi duy da böyle kepazelikle can verme.
  • تو عذاب الخزی بشنو از نبی  ** در چنین ننگی مکن جان را فدی 
  • Bil ki bu hayvan nefis bir erkek eşektir. Onun altına düşmekse ondan daha kötü ve ayıp bir şeydir.
  • دانک این نفس بهیمی نر خرست  ** زیر او بودن از آن ننگین‌ترست 
  • Nefis yolunda benlikle ölürsen bil ki hakikatte sen de o kadın gibisin.
  • در ره نفس ار بمیری در منی  ** تو حقیقت دان که مثل آن زنی 
  • Tanrı, nefsimize eşek sureti vermiştir. Çünkü suretler, huylara uygundur.
  • نفس ما را صورت خر بدهد او  ** زانک صورتها کند بر وفق خو 
  • Kıyamette sırların açığa çıkması budur. Tanrı hakkı için eşeğe benzeyen nefisten kaç. 1395
  • این بود اظهار سر در رستخیز  ** الله الله از تن چون خر گریز 
  • Tanrı, kafirleri ateşle korkutmuştur. Onlar da ateşe utançtan hayırlıdır demişlerdir.
  • کافران را بیم کرد ایزد ز نار  ** کافران گفتند نار اولی ز عار 
  • Tanrı hayır demiştir, o ateş, utançların aslıdır. Bu kadını öldüren şu ateş gibi.
  • گفت نی آن نار اصل عارهاست  ** هم‌چو این ناری که این زن را بکاست 
  • Hırsından doyacak kadar yemek yemedi, daha fazla yemek istedi. Kötü ölüm lokması boğazına durdu.
  • لقمه اندازه نخورد از حرص خود  ** در گلو بگرفت لقمه مرگ بد 
  • A haris adam doyacak kadar ye, hatta yemeğin helva ve palüze bile olsa.
  • لقمه اندازه خور ای مرد حریص  ** گرچه باشد لقمه حلوا و خبیص 
  • Tanrı, teraziye dil verdi. Aklını başına devşir de Kuran’dan Rahman suresini oku. 1400
  • حق تعالی داد میزان را زبان  ** هین ز قرآن سوره‌ی رحمن بخوان 
  • Kendine gel de hırsından teraziyi bırakma. Hırs ve tamah seni azdıran bir düşmandır.
  • هین ز حرص خویش میزان را مهل  ** آز و حرص آمد ترا خصم مضل 
  • Hırs, hepsini ister fakat bütün lezzetlerden mahrum olur. A turp oğlu turp hırsa tapma.
  • حرص جوید کل بر آید او ز کل  ** حرص مپرست ای فجل ابن الفجل 
  • O halayıkcağız hem gidiyor, hem de ah diyordu; a kadın sen ustayı yola saldın.
  • آن کنیزک می‌شد و می‌گفت آه  ** کردی ای خاتون تو استا را به راه 
  • Ustasız is yapmak istedin. Bilgisizlikle canınla oynamaya kalkıştın.
  • کار بی‌استاد خواهی ساختن  ** جاهلانه جان بخواهی باختن 
  • Benden bir bilgidir çaldın, çaldın ama tuzağın ahvalini sormaya arlandın. 1405
  • ای ز من دزدیده علمی ناتمام  ** ننگ آمد که بپرسی حال دام 
  • Kuş, hem harmanından tane toplamalıydı, hem de boynuna ip dolaşmamalıydı.
  • هم بچیدی دانه مرغ از خرمنش  ** هم نیفتادی رسن در گردنش 
  • Taneyi az ye bu kadar pis boğaz olma. “Yiyin” emrini okudunsa “İsraf etmeyin” emrini de oku.
  • دانه کمتر خور مکن چندین رفو  ** چون کلوا خواندی بخوان لا تسرفوا 
  • Bu suretle tane yemekle beraber tuzağa da düşme. Bilgi ve kanaat ancak bunu icap ettirir.
  • تا خوری دانه نیفتی تو به دام  ** این کند علم و قناعت والسلام 
  • Akıllı kişi dünyanın gamını yemez, nimetini yer. Bilgisizlerse nedamet içinde mahrum kalırlar.
  • نعمت از دنیا خورد عاقل نه غم  ** جاهلان محروم مانده در ندم 
  • Boğazlarına tuzağın ipi dolaştı mi tane yemek, hepsine haram olur. 1410
  • چون در افتد در گلوشان حبل دام  ** دانه خوردن گشت بر جمله حرام 
  • Kuş, tuzaktaki taneyi nasıl yer? Yemeye kalkışırsa tuzaktaki tane zehre döner.
  • مرغ اندر دام دانه کی خورد  ** دانه چون زهرست در دام ار چرد 
  • Tuzaktaki taneyi gafil kuş yer, halkın bu dünya tuzağındaki nimetleri yemesi gibi.
  • مرغ غافل می‌خورد دانه ز دام  ** هم‌چو اندر دام دنیا این عوام