- Böyle adam şu pislikten kurtulur, temizliğe ulaşır, bedeni, “Allah sizi, kirlerden temizlemeyi diler” sırrına ulaşır.
- زین پلیدی بدهد و پاکی برد ** از یطهرکم تن او بر خورد
- Fakat Şeytan, “Sakın sakın bundan pişman olur hüzne düşersin. 150
- دیو میترساندت که هین و هین ** زین پشیمان گردی و گردی حزین
- Bedeninden bu hevesleri giderir, bunları eritirsen çok pişman olur derde düşersin.
- گر گدازی زین هوسها تو بدن ** بس پشیمان و غمین خواهی شدن
- Şunu ye hararet verir, mizaca devadır; şunu da faydalanmak için iç, ilaçtır.
- این بخور گرمست و داروی مزاج ** وآن بیاشام از پی نفع و علاج
- Hem de şu niyete düş. Bu beden binektir, neye alıştıysa vermek, daha doğru bir iştir.
- هم بدین نیت که این تن مرکبست ** آنچ خو کردست آنش اصوبست
- Sakın açlığa alışma; sıhhatin bozulur, beyninde, kalbinde yüzlerce illet meydana gelir” der.
- هین مگردان خو که پیش آید خلل ** در دماغ و دل بزاید صد علل
- O alçak Şeytan, bu çeşit tehditlerle gelir, halka yüzlerce afsun okur. 155
- این چنین تهدیدها آن دیو دون ** آرد و بر خلق خواند صد فسون
- Kendisini tedavi eden Calinos gösterir. Bunu da senin hasta gönlünü aldatmak için yapar.
- خویش جالینوس سازد در دوا ** تا فریبد نفس بیمار ترا
- “Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır” der. Adem’e de buğday için böyle demişti ya!
- کین ترا سودست از درد و غمی ** گفت آدم را همین در گندمی
- Heyheylerle, heyhatlarla gelir, dudaklarını, azgın atın, nallanırken kıstırdıkları iki, tahta parçası ile kıstırır.
- پیش آرد هیهی و هیهات را ** وز لویشه پیچد او لبهات را
- Aşağılık taş lal göstermek için at nallanırken dudaklarını kıstırdıkları gibi senin dudaklarını da kıstırıp,
- همچو لبهای فرس و در وقت نعل ** تا نماید سنگ کمتر را چو لعل
- Atın kulağından tutar gibi kulaklarını tutup seni hırs ve kazanca çeker. 160
- گوشهاات گیرد او چون گوش اسب ** میکشاند سوی حرص و سوی کسب
- Şüphe etme ki ayağına nalı vurur, sende onun derdi ile yoldan kala kalırsın.
- بر زند بر پات نعلی ز اشتباه ** که بمانی تو ز درد آن ز راه
- Onun nalı seni iki iş arasında tereddüde düşürmektir. Bunu mu yapayım dersin, onu mu? Aklını başına alda kendine gel.
- نعل او هست آن تردد در دو کار ** این کنم یا آن کنم هین هوش دار
- Peygamber’in seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.
- آن بکن که هست مختار نبی ** آن مکن که کرد مجنون و صبی
- “Cennet çevrilmiştir.” Neyle çevrilmiştir? “İnsanın istemediği, hoşlanmadığı şeylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.
- حفت الجنه بچه محفوف گشت ** بالمکاره که ازو افزود کشت
- Şeytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor. 165
- صد فسون دارد ز حیلت وز دغا ** که کند در سله گر هست اژدها
- İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.
- گر بود آب روان بر بنددش ** ور بود حبر زمان برخنددش
- Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların işi danışmakladır” ayetini oku ona göre iş yap!
- عقل را با عقل یاری یار کن ** امرهم شوری بخوان و کار کن
- Mustafa aleyhisselam’ın, O utangaçlık ve nedametle ağlayıp inliyen, ümitsizlik ateşiyle yanıp kavrulan konuk arabı yatıştırıp ona iltifatta bulunması
- نواختن مصطفی علیهالسلام آن عرب مهمان را و تسکین دادن او را از اضطراب و گریه و نوحه کی بر خود میکرد در خجالت و ندامت و آتش نومیدی
- Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.
- این سخن پایان ندارد آن عرب ** ماند از الطاف آن شه در عجب
- Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.
- خواست دیوانه شدن عقلش رمید ** دست عقل مصطفی بازش کشید
- Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi. 170
- گفت این سو آ بیامد آنچنان ** که کسی برخیزد از خواب گران
- Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.
- گفت این سو آ مکن هین با خود آ ** که ازین سو هست با تو کارها
- Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
- آب بر رو زد در آمد در سخن ** کای شهید حق شهادت عرضه کن
- Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
- تا گواهی بدهم و بیرون شوم ** سیرم از هستی در آن هامون شوم