- Kendisini tedavi eden Calinos gösterir. Bunu da senin hasta gönlünü aldatmak için yapar.
- خویش جالینوس سازد در دوا ** تا فریبد نفس بیمار ترا
- “Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır” der. Adem’e de buğday için böyle demişti ya!
- کین ترا سودست از درد و غمی ** گفت آدم را همین در گندمی
- Heyheylerle, heyhatlarla gelir, dudaklarını, azgın atın, nallanırken kıstırdıkları iki, tahta parçası ile kıstırır.
- پیش آرد هیهی و هیهات را ** وز لویشه پیچد او لبهات را
- Aşağılık taş lal göstermek için at nallanırken dudaklarını kıstırdıkları gibi senin dudaklarını da kıstırıp,
- همچو لبهای فرس و در وقت نعل ** تا نماید سنگ کمتر را چو لعل
- Atın kulağından tutar gibi kulaklarını tutup seni hırs ve kazanca çeker. 160
- گوشهاات گیرد او چون گوش اسب ** میکشاند سوی حرص و سوی کسب
- Şüphe etme ki ayağına nalı vurur, sende onun derdi ile yoldan kala kalırsın.
- بر زند بر پات نعلی ز اشتباه ** که بمانی تو ز درد آن ز راه
- Onun nalı seni iki iş arasında tereddüde düşürmektir. Bunu mu yapayım dersin, onu mu? Aklını başına alda kendine gel.
- نعل او هست آن تردد در دو کار ** این کنم یا آن کنم هین هوش دار
- Peygamber’in seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.
- آن بکن که هست مختار نبی ** آن مکن که کرد مجنون و صبی
- “Cennet çevrilmiştir.” Neyle çevrilmiştir? “İnsanın istemediği, hoşlanmadığı şeylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.
- حفت الجنه بچه محفوف گشت ** بالمکاره که ازو افزود کشت
- Şeytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor. 165
- صد فسون دارد ز حیلت وز دغا ** که کند در سله گر هست اژدها
- İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.
- گر بود آب روان بر بنددش ** ور بود حبر زمان برخنددش
- Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların işi danışmakladır” ayetini oku ona göre iş yap!
- عقل را با عقل یاری یار کن ** امرهم شوری بخوان و کار کن
- Mustafa aleyhisselam’ın, O utangaçlık ve nedametle ağlayıp inliyen, ümitsizlik ateşiyle yanıp kavrulan konuk arabı yatıştırıp ona iltifatta bulunması
- نواختن مصطفی علیهالسلام آن عرب مهمان را و تسکین دادن او را از اضطراب و گریه و نوحه کی بر خود میکرد در خجالت و ندامت و آتش نومیدی
- Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.
- این سخن پایان ندارد آن عرب ** ماند از الطاف آن شه در عجب
- Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.
- خواست دیوانه شدن عقلش رمید ** دست عقل مصطفی بازش کشید
- Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi. 170
- گفت این سو آ بیامد آنچنان ** که کسی برخیزد از خواب گران
- Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.
- گفت این سو آ مکن هین با خود آ ** که ازین سو هست با تو کارها
- Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
- آب بر رو زد در آمد در سخن ** کای شهید حق شهادت عرضه کن
- Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
- تا گواهی بدهم و بیرون شوم ** سیرم از هستی در آن هامون شوم
- Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
- ما درین دهلیز قاضی قضا ** بهر دعوی الستیم و بلی
- Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir. 175
- که بلی گفتیم و آن را ز امتحان ** فعل و قول ما شهودست و بیان
- Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?
- از چه در دهلیز قاضی ای گواه ** حبس باشی ده شهادت از پگاه
- Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
- چند در دهلیز قاضی ای گواه ** حبس باشی ده شهادت از بگاه
- Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
- زان بخواندندت بدینجا تا که تو ** آن گواهی بدهی و ناری عتو
- Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.
- از لجاج خویشتن بنشستهای ** اندرین تنگی کف و لب بستهای
- Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin? 180
- تا بندهی آن گواهی ای شهید ** تو ازین دهلیز کی خواهی رهید