- Tanrı, Mikail’e “Sen yeryüzüne in de ondan aslan gibi bir avuç toprak kapıver” dedi.
- گفت میکائیل را تو رو به زیر ** مشت خاکی در ربا از وی چو شیر
- Mikail yeryüzüne gelip ondan bir avuç toprak kapacağı zaman,
- چونک میکائیل شد تا خاکدان ** دست کرد او تا که برباید از آن
- Yeryüzü titredi, ağlamaya, yalvarmaya, gözyaşları dökmeye başladı.
- خاک لرزید و درآمد در گریز ** گشت او لابهکنان و اشکریز
- Gönlü yanarak yalvardı, kanlı gözyaşı dökerek ant verdi, dedi ki:
- سینه سوزان لابه کرد و اجتهاد ** با سرشک پر ز خون سوگند داد
- Lütuf sahibi eşsiz Tanrı hakkı için ki seni, Arsı taşıyan ulu melekler arasına kattı. 1585
- که به یزدان لطیف بیندید ** که بکردت حامل عرش مجید
- Aleme Rızk veren kilelerin memurusun, lütuf ve ihsan susuzlarına avuç,avuç su verirsin.
- کیل ارزاق جهان را مشرفی ** تشنگان فضل را تو مغرفی
- Çünkü Mikail sözü kileden üremedir. Mikail fizik veren kilecidir.
- زانک میکائیل از کیل اشتقاق ** دارد و کیال شد در ارتزاق
- Bana aman ver, azat et beni. Bak kanlı gözyaşlarına bulandım da seninle öyle konuşuyorum.
- که امانم ده مرا آزاد کن ** بین که خونآلود میگویم سخن
- Melek, Tanrı merhametinin madenidir. Dedi ki: Şimdi ben şu yaranın üstüne nasıl tuz ekeyim?
- معدن رحم اله آمد ملک ** گفت چون ریزم بر آن ریش این نمک
- Nitekim Şeytan da kahır madenidir. Adem oğullarından bu yüzden feryat eder. 1590
- همچنانک معدن قهرست دیو ** که برآورد از نبی آدم غریو
- Yiğidim, merhamet, gazaptan fazladır, gazaba üstündür. Tanrı sıfatlarından lütuf, kahrın üstündedir.
- سبق رحمت بر غضب هست ای فتا ** لطف غالب بود در وصف خدا
- Kullar da onun huyundadır, tulumlar onun suyu ile doludur.
- بندگان دارند لابد خوی او ** مشکهاشان پر ز آب جوی او
- O Tanrı Resulü, o sülük kılavuzu “İnsanlar padişahların dinindedir” demiştir.
- آن رسول حق قلاوز سلوک ** گفت الناس علی دین الملوک
- Mikail, din rabbinin tapısına, eli yeni boş olarak gitti.
- رفت میکائیل سوی رب دین ** خالی از مقصود دست و آستین
- Dedi ki: Ey sırları bilen tek padişah, toprak ağlayıp inledi, yolumu bağladı benim. 1595
- گفت ای دانای سر و شاه فرد ** خاک از زاری و گریه بسته کرد
- Senin yanında gözyaşının bir değeri vardır. İşitmezlikten gelemedim.
- آب دیده پیش تو با قدر بود ** من نتانستم که آرم ناشنود
- Ahın feryadın sence yüce bir değeri var. O hukuku terk etmek elimden gelmedi.
- آه و زاری پیش تو بس قدر داشت ** من نتانستم حقوق آن گذاشت
- Sence yaşlı gözün pek değeri var. Artık ben, nasıl inat edebilirdim?
- پیش تو بس قدر دارد چشم تر ** من چگونه گشتمی استیزهگر
- Kul, günde beş kere namaza gel, feryad et diye davet edilir.
- دعوت زاریست روزی پنج بار ** بنده را که در نماز آ و بزار
- Müezzinin “Haydi felaha” demesi yok mu? O felah, bu ağlayış bu sızlanıştır. 1600
- نعرهی مذن که حیا عل فلاح ** وآن فلاح این زاری است و اقتراح
- Sen kimi dertle hasta etmek istersen onun gönlüne ağlayış yolunu kapatırsın.
- آن که خواهی کز غمش خسته کنی ** راه زاری بر دلش بسته کنی
- Bu suretle de defeden olmaz, bela gelip çatar. Çünkü sızlanma şefaatçısı bulunmaz.
- تا فرو آید بلا بیدافعی ** چون نباشد از تضرع شافعی
- Birisini beladan kurtarmak istersen gönlüne sızlanmayı getirirsin.
- وانک خواهی کز بلااش وا خری ** جان او را در تضرع آوری
- Kuran’da şiddetli azaba uğrayan ümmetler hakkında dedin ki:
- گفتهای اندر نبی که آن امتان ** که بریشان آمد آن قهر گران
- O anda ağlayıp sızlanmadılar ki bela onlardan dönüp savuşsun. 1605
- چون تضرع مینکردند آن نفس ** تا بلا زیشان بگشتی باز پس