English    Türkçe    فارسی   

5
1582-1606

  • Mikail yeryüzüne gelip ondan bir avuç toprak kapacağı zaman,
  • چونک میکائیل شد تا خاکدان  ** دست کرد او تا که برباید از آن 
  • Yeryüzü titredi, ağlamaya, yalvarmaya, gözyaşları dökmeye başladı.
  • خاک لرزید و درآمد در گریز  ** گشت او لابه‌کنان و اشک‌ریز 
  • Gönlü yanarak yalvardı, kanlı gözyaşı dökerek ant verdi, dedi ki:
  • سینه سوزان لابه کرد و اجتهاد  ** با سرشک پر ز خون سوگند داد 
  • Lütuf sahibi eşsiz Tanrı hakkı için ki seni, Arsı taşıyan ulu melekler arasına kattı. 1585
  • که به یزدان لطیف بی‌ندید  ** که بکردت حامل عرش مجید 
  • Aleme Rızk veren kilelerin memurusun, lütuf ve ihsan susuzlarına avuç,avuç su verirsin.
  • کیل ارزاق جهان را مشرفی  ** تشنگان فضل را تو مغرفی 
  • Çünkü Mikail sözü kileden üremedir. Mikail fizik veren kilecidir.
  • زانک میکائیل از کیل اشتقاق  ** دارد و کیال شد در ارتزاق 
  • Bana aman ver, azat et beni. Bak kanlı gözyaşlarına bulandım da seninle öyle konuşuyorum.
  • که امانم ده مرا آزاد کن  ** بین که خون‌آلود می‌گویم سخن 
  • Melek, Tanrı merhametinin madenidir. Dedi ki: Şimdi ben şu yaranın üstüne nasıl tuz ekeyim?
  • معدن رحم اله آمد ملک  ** گفت چون ریزم بر آن ریش این نمک 
  • Nitekim Şeytan da kahır madenidir. Adem oğullarından bu yüzden feryat eder. 1590
  • هم‌چنانک معدن قهرست دیو  ** که برآورد از نبی آدم غریو 
  • Yiğidim, merhamet, gazaptan fazladır, gazaba üstündür. Tanrı sıfatlarından lütuf, kahrın üstündedir.
  • سبق رحمت بر غضب هست ای فتا  ** لطف غالب بود در وصف خدا 
  • Kullar da onun huyundadır, tulumlar onun suyu ile doludur.
  • بندگان دارند لابد خوی او  ** مشکهاشان پر ز آب جوی او 
  • O Tanrı Resulü, o sülük kılavuzu “İnsanlar padişahların dinindedir” demiştir.
  • آن رسول حق قلاوز سلوک  ** گفت الناس علی دین الملوک 
  • Mikail, din rabbinin tapısına, eli yeni boş olarak gitti.
  • رفت میکائیل سوی رب دین  ** خالی از مقصود دست و آستین 
  • Dedi ki: Ey sırları bilen tek padişah, toprak ağlayıp inledi, yolumu bağladı benim. 1595
  • گفت ای دانای سر و شاه فرد  ** خاک از زاری و گریه بسته کرد 
  • Senin yanında gözyaşının bir değeri vardır. İşitmezlikten gelemedim.
  • آب دیده پیش تو با قدر بود  ** من نتانستم که آرم ناشنود 
  • Ahın feryadın sence yüce bir değeri var. O hukuku terk etmek elimden gelmedi.
  • آه و زاری پیش تو بس قدر داشت  ** من نتانستم حقوق آن گذاشت 
  • Sence yaşlı gözün pek değeri var. Artık ben, nasıl inat edebilirdim?
  • پیش تو بس قدر دارد چشم تر  ** من چگونه گشتمی استیزه‌گر 
  • Kul, günde beş kere namaza gel, feryad et diye davet edilir.
  • دعوت زاریست روزی پنج بار  ** بنده را که در نماز آ و بزار 
  • Müezzinin “Haydi felaha” demesi yok mu? O felah, bu ağlayış bu sızlanıştır. 1600
  • نعره‌ی مذن که حیا عل فلاح  ** وآن فلاح این زاری است و اقتراح 
  • Sen kimi dertle hasta etmek istersen onun gönlüne ağlayış yolunu kapatırsın.
  • آن که خواهی کز غمش خسته کنی  ** راه زاری بر دلش بسته کنی 
  • Bu suretle de defeden olmaz, bela gelip çatar. Çünkü sızlanma şefaatçısı bulunmaz.
  • تا فرو آید بلا بی‌دافعی  ** چون نباشد از تضرع شافعی 
  • Birisini beladan kurtarmak istersen gönlüne sızlanmayı getirirsin.
  • وانک خواهی کز بلااش وا خری  ** جان او را در تضرع آوری 
  • Kuran’da şiddetli azaba uğrayan ümmetler hakkında dedin ki:
  • گفته‌ای اندر نبی که آن امتان  ** که بریشان آمد آن قهر گران 
  • O anda ağlayıp sızlanmadılar ki bela onlardan dönüp savuşsun. 1605
  • چون تضرع می‌نکردند آن نفس  ** تا بلا زیشان بگشتی باز پس 
  • Gönülleri katı olduğundan suçları kendilerine ibadet görünüyordu.
  • لیک دلهاشان چون قاسی گشته بود  ** آن گنههاشان عبادت می‌نمود