- Tanri, Azrail’e “Çabuk git, o hayallere kapılmış toprağın halini gör.
- گفت یزدان زو عزرائیل را ** که ببین آن خاک پر تخییل را
- O arık zalimi bul, hemen bir avuç torak al, gel” dedi. 1650
- آن ضعیف زال ظالم را بیاب ** مشت خاکی هین بیاور با شتاب
- Kaza ve kader çavuşu Azrail, buyruğu yerine getirmek üzere toprak yuvarlağına geldi.
- رفت عزرائیل سرهنگ قضا ** سوی کرهی خاک بهر اقتضا
- Toprak adeti veçhile yine feryada, ant vermeye başladı. Bir çok yeminler verdi.
- خاک بر قانون نفیر آغاز کرد ** داد سوگندش بسی سوگند خورد
- “Ey has kul, ey arşı taşıyan, ey arşta da, ferste de emrine itaat edilen!
- کای غلام خاص و ای حمال عرش ** ای مطاع الامر اندر عرش و فرش
- Tek ve merhametli Tanrı’nın rahmeti hakkı için git. Sana lütuflarda bulunan Tanrı hakkı için git.
- رو به حق رحمت رحمن فرد ** رو به حق آنک با تو لطف کرد
- Kendisinden başka tapılan bulunmayan, huzurunda kimsenin ağlayıp sızlanması ret edilmeyen padişah hakkı için” dedi. 1655
- حق شاهی که جز او معبود نیست ** پیش او زاری کس مردود نیست
- Fakat Azrail dedi ki: Bu afsunla gizli, aşikar buyruk sahibi olandan yüz çevirmem ben.
- گفت نتوانم بدین افسون که من ** رو بتابم ز آمر سر و علن
- Toprak, O, ilim sahibi olmayı da emretti. İkisi de emir. Bilgi yolu ile lütfet de halim ol, o emri tut dedi ama,
- گفت آخر امر فرمود او به حلم ** هر دو امرند آن بگیر از راه علم
- Azrail, O, ya tevildir, ya kıyas. Apaçık emirde öyle tevile, kıyasa az uy.
- گفت آن تاویل باشد یا قیاس ** در صریح امر کم جو التباس
- Kendi düşünceni tevil etsen daha iyi. Başka hiçbir emre benzemeyen bu açık emri tevil etmekten daha yeğ.
- فکر خود را گر کنی تاویل به ** که کنی تاویل این نامشتبه
- Yalvarmana içim yanıp durmada. Acı gözyaşlarından gönlüm kanla doldu. 1660
- دل همیسوزد مرا بر لابهات ** سینهام پر خون شد از شورابهات
- Merhametsiz değilim, hatta o üç temiz melekten daha merhametliyim ben, senin derdinle dertleniyorum.
- نیستم بیرحم بل زان هر سه پاک ** رحم بیشستم ز درد دردناک
- Ben bir yetime tokat atsam, halim bir adam da ona tatlı bir şey verse,
- گر طبانجه میزنم من بر یتیم ** ور دهد حلوا به دستش آن حلیم
- Bu tokat onun tatlısından daha hoştur. Eyvah Eğer o tatlıya kanarsa.
- این طبانجه خوشتر از حلوای او ** ور شود غره به حلوا وای او
- Feryadından ciğerim yanıyor. Fakat Tanri, bana başka bir çeşit lütuf öğretmede.
- بر نفیر تو جگر میسوزدم ** لیک حق لطفی همیآموزدم
- Gizli lütuf, kahırlar içindedir; değer biçilmez akikin pislik içinde oluşu gibi. 1665
- لطف مخفی در میان قهرها ** در حدث پنهان عقیق بیبها
- Tanrı’nın kahrı, benim ilmimden yüz kat iyidir. Tanrı’dan canını esirgemek can çekişmektir.
- قهر حق بهتر ز صد حلم منست ** منع کردن جان ز حق جان کندنست
- Onun en kötü kahrı, iki alemin de ilminden iyidir. Ne güzeldir alemlerin rabbi ve ne iyidir onun yardımı.
- بترین قهرش به از حلم دو کون ** نعم ربالعالمین و نعم عون
- Onun kahrında lütuflar gizlidir; onun uğrunda can vermek, adamın canına canlar katar.
- لطفهای مضمر اندر قهر او ** جان سپردن جان فزاید بهر او
- Kendine gel de kötü zannı ve azgınlığı bırak. Madem ki Tanrı gel diyor, başını ayak yap da koş.
- هین رها کن بدگمانی و ضلال ** سر قدم کن چونک فرمودت تعال
- Onun gel demesi, insana yücelikler verir; sarhoşluklar, eşler, yaygılar bağışlar. 1670
- آن تعال او تعالیها دهد ** مستی و جفت و نهالیها دهد
- Ben o yüce emri hiç, ama hiçbir suretle tevil edemem.
- باری آن امر سنی را هیچ هیچ ** من نیارم کرد وهن و پیچ پیچ
- Dertli toprak bütün bunları duydu. Fakat o kötü zan, kulağına küpe olmuştu, ondan vazgeçmedi.
- این همه بشنید آن خاک نژند ** زان گمان بد بدش در گوش بند
- Aşağılık toprak tekrar başka bir çeşit yalvarmaya, sarhoş gibi secde etmeye başladı.
- باز از نوعی دگر آن خاک پست ** لابه و سجده همیکرد او چو مست