- Kendisinden başka tapılan bulunmayan, huzurunda kimsenin ağlayıp sızlanması ret edilmeyen padişah hakkı için” dedi. 1655
- حق شاهی که جز او معبود نیست ** پیش او زاری کس مردود نیست
- Fakat Azrail dedi ki: Bu afsunla gizli, aşikar buyruk sahibi olandan yüz çevirmem ben.
- گفت نتوانم بدین افسون که من ** رو بتابم ز آمر سر و علن
- Toprak, O, ilim sahibi olmayı da emretti. İkisi de emir. Bilgi yolu ile lütfet de halim ol, o emri tut dedi ama,
- گفت آخر امر فرمود او به حلم ** هر دو امرند آن بگیر از راه علم
- Azrail, O, ya tevildir, ya kıyas. Apaçık emirde öyle tevile, kıyasa az uy.
- گفت آن تاویل باشد یا قیاس ** در صریح امر کم جو التباس
- Kendi düşünceni tevil etsen daha iyi. Başka hiçbir emre benzemeyen bu açık emri tevil etmekten daha yeğ.
- فکر خود را گر کنی تاویل به ** که کنی تاویل این نامشتبه
- Yalvarmana içim yanıp durmada. Acı gözyaşlarından gönlüm kanla doldu. 1660
- دل همیسوزد مرا بر لابهات ** سینهام پر خون شد از شورابهات
- Merhametsiz değilim, hatta o üç temiz melekten daha merhametliyim ben, senin derdinle dertleniyorum.
- نیستم بیرحم بل زان هر سه پاک ** رحم بیشستم ز درد دردناک
- Ben bir yetime tokat atsam, halim bir adam da ona tatlı bir şey verse,
- گر طبانجه میزنم من بر یتیم ** ور دهد حلوا به دستش آن حلیم
- Bu tokat onun tatlısından daha hoştur. Eyvah Eğer o tatlıya kanarsa.
- این طبانجه خوشتر از حلوای او ** ور شود غره به حلوا وای او
- Feryadından ciğerim yanıyor. Fakat Tanri, bana başka bir çeşit lütuf öğretmede.
- بر نفیر تو جگر میسوزدم ** لیک حق لطفی همیآموزدم
- Gizli lütuf, kahırlar içindedir; değer biçilmez akikin pislik içinde oluşu gibi. 1665
- لطف مخفی در میان قهرها ** در حدث پنهان عقیق بیبها
- Tanrı’nın kahrı, benim ilmimden yüz kat iyidir. Tanrı’dan canını esirgemek can çekişmektir.
- قهر حق بهتر ز صد حلم منست ** منع کردن جان ز حق جان کندنست
- Onun en kötü kahrı, iki alemin de ilminden iyidir. Ne güzeldir alemlerin rabbi ve ne iyidir onun yardımı.
- بترین قهرش به از حلم دو کون ** نعم ربالعالمین و نعم عون
- Onun kahrında lütuflar gizlidir; onun uğrunda can vermek, adamın canına canlar katar.
- لطفهای مضمر اندر قهر او ** جان سپردن جان فزاید بهر او
- Kendine gel de kötü zannı ve azgınlığı bırak. Madem ki Tanrı gel diyor, başını ayak yap da koş.
- هین رها کن بدگمانی و ضلال ** سر قدم کن چونک فرمودت تعال
- Onun gel demesi, insana yücelikler verir; sarhoşluklar, eşler, yaygılar bağışlar. 1670
- آن تعال او تعالیها دهد ** مستی و جفت و نهالیها دهد
- Ben o yüce emri hiç, ama hiçbir suretle tevil edemem.
- باری آن امر سنی را هیچ هیچ ** من نیارم کرد وهن و پیچ پیچ
- Dertli toprak bütün bunları duydu. Fakat o kötü zan, kulağına küpe olmuştu, ondan vazgeçmedi.
- این همه بشنید آن خاک نژند ** زان گمان بد بدش در گوش بند
- Aşağılık toprak tekrar başka bir çeşit yalvarmaya, sarhoş gibi secde etmeye başladı.
- باز از نوعی دگر آن خاک پست ** لابه و سجده همیکرد او چو مست
- Azrail dedi ki: Yeter, artık bundan fazlası yok. Hem benden sana ziyan da gelmez. Ben, istersen sana başımı, canımı rehin vereyim.
- گفت نه برخیز نبود زین زیان ** من سر و جان مینهم رهن و ضمان
- Yalvarmayı düşünme, Artık o merhamet ve adalet sahibi padişahtan başkasına yalvarma da. 1675
- لابه مندیش و مکن لابه دگر ** جز بدان شاه رحیم دادگر
- Ben emir kuluyum, emri terk edemem. Onun emri, denizden toz koparır.
- بنده فرمانم نیارم ترک کرد ** امر او کز بحر انگیزید گرد
- O kulağı, gözü, başı, yaratan Tanrı’nın emrinden başka kendiliğimden ne bir hayır dilerim, ne bir şer.
- جز از آن خلاق گوش و چشم و سر ** نشنوم از جان خود هم خیر و شر
- Kulağım onun sözünden başka söze sağır. O, bana tatlı canımdan da değerli.
- گوش من از گفت غیر او کرست ** او مرا از جان شیرین جانترست
- Can, ondan geldi, o candan değil. O, bedavaca yüz binlerce can verir.
- جان ازو آمد نیامد او ز جان ** صدهزاران جان دهم او رایگان