English    Türkçe    فارسی   

5
168-192

  • Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.
  • این سخن پایان ندارد آن عرب  ** ماند از الطاف آن شه در عجب 
  • Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.
  • خواست دیوانه شدن عقلش رمید  ** دست عقل مصطفی بازش کشید 
  • Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi. 170
  • گفت این سو آ بیامد آنچنان  ** که کسی برخیزد از خواب گران 
  • Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.
  • گفت این سو آ مکن هین با خود آ  ** که ازین سو هست با تو کارها 
  • Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
  • آب بر رو زد در آمد در سخن  ** کای شهید حق شهادت عرضه کن 
  • Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
  • تا گواهی بدهم و بیرون شوم  ** سیرم از هستی در آن هامون شوم 
  • Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
  • ما درین دهلیز قاضی قضا  ** بهر دعوی الستیم و بلی 
  • Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir. 175
  • که بلی گفتیم و آن را ز امتحان  ** فعل و قول ما شهودست و بیان 
  • Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?
  • از چه در دهلیز قاضی ای گواه  ** حبس باشی ده شهادت از پگاه 
  • Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
  • چند در دهلیز قاضی ای گواه‌  ** حبس باشی ده شهادت از بگاه
  • Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
  • زان بخواندندت بدین‌جا تا که تو  ** آن گواهی بدهی و ناری عتو 
  • Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.
  • از لجاج خویشتن بنشسته‌ای  ** اندرین تنگی کف و لب بسته‌ای 
  • Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin? 180
  • تا بندهی آن گواهی ای شهید  ** تو ازین دهلیز کی خواهی رهید 
  • İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.
  • یک زمان کارست بگزار و بتاز  ** کار کوته را مکن بر خود دراز 
  • İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!
  • خواه در صد سال خواهی یک زمان  ** این امانت واگزار و وا رهان 
  • Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.
  • بیان آنک نماز و روزه و همه چیزهای برونی گواهیهاست بر نور اندرونی 
  • Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır.
  • این نماز و روزه و حج و جهاد  ** هم گواهی دادنست از اعتقاد 
  • Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
  • این زکات و هدیه و ترک حسد  ** هم گواهی دادنست از سر خود 
  • İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir. 185
  • خوان و مهمانی پی اظهار راست  ** کای مهان ما با شما گشتیم راست 
  • Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
  • هدیه‌ها و ارمغان و پیش‌کش  ** شد گواه آنک هستم با تو خوش 
  • Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir gevherim var demektir;
  • هر کسی کوشد به مالی یا فسون  ** چیست دارم گوهری در اندرون 
  • Allah’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir gevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
  • گوهری دارم ز تقوی یا سخا  ** این زکات و روزه در هر دو گوا 
  • Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok.
  • روزه گوید کرد تقوی از حلال  ** در حرامش دان که نبود اتصال 
  • Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl çalar? 190
  • وان زکاتش گفت کو از مال خویش  ** می‌دهد پس چون بدزدد ز اهل کیش 
  • Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah’nın adalet mahkemesine kabul edilmez.
  • گر بطراری کند پس دو گواه  ** جرح شد در محکمه‌ی عدل اله 
  • Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
  • هست صیاد ار کند دانه نثار  ** نه ز رحم و جود بل بهر شکار