English    Türkçe    فارسی   

5
1712-1736

  • Onlara ecel, şeker gibi tatlı gelirken Artık gözleri dünya devlet ve ikbaline sarhoş olur mu?
  • وانک ایشان را شکر باشد اجل  ** چون نظرشان مست باشد در دول 
  • Onlarca bedene ait olan ölüm, acı değildir. Çünkü onlar, kuyudan, zindandan çayırlığa, çimenliğe gidiyorlar.
  • تلخ نبود پیش ایشان مرگ تن  ** چون روند از چاه و زندان در چمن 
  • Bu ıstıraplarla dolu alemden kurtuluyorlar. İnsan bir hiçin kayboluşuna ağlar mı?
  • وا رهیدند از جهان پیچ‌پیچ  ** کس نگرید بر فوات هیچ هیچ 
  • Padişaha mensup birisi zindanın burcunu yıksa zindandakinin gönlü, ona incinir mi? 1715
  • برج زندان را شکست ارکانیی  ** هیچ ازو رنجد دل زندانیی 
  • Yazık, şu mermer taşı kırdı da canımızı, ruhumuzu hapisten kurtardı.
  • کای دریغ این سنگ مرمر را شکست  ** تا روان و جان ما از حبس رست 
  • O güzelim mermer, o yüce taş, zindanın burcuna ne yakışıyordu, ne de güzel uymuştu.
  • آن رخام خوب و آن سنگ شریف  ** برج زندان را بهی بود و الیف 
  • Nasıl oldu da kırdı, beni de hapisten kurtardı? Bu suça karşılık elini kırmalı onun der mi?
  • چون شکستش تا که زندانی برست  ** دست او در جرم این باید شکست 
  • Hapisten çıkarılıp dar ağacına götürülen kişiden başka hiçbir mahpus böyle saçma bir söz söylemez.
  • هیچ زندانی نگوید این فشار  ** جز کسی کز حبس آرندش به دار 
  • Birisine, yılan zehrinden kurtarıp şeker verseler bu hal, o adama hiç acı gelir mi? 1720
  • تلخ کی باشد کسی را کش برند  ** از میان زهر ماران سوی قند 
  • Can beden kavgasından kurtulur. Beden ayağı olmaksızın gönül kanadıyla uçmaya başlar.
  • جان مجرد گشته از غوغای تن  ** می‌پرد با پر دل بی‌پای تن 
  • Hani zindanın kuyusuna hapsedilen adamın uyuyup rüyasında gül bahçesini görmesi gibi.
  • هم‌چو زندانی چه که اندر شبان  ** خسپد و بیند به خواب او گلستان 
  • Bu adam der ki: Tanrım, beni bedene döndürme de su gül bahçesinde bir salınıp gezineyim.
  • گوید ای یزدان مرا در تن مبر  ** تا درین گلشن کنم من کر و فر 
  • Tanrı da duan kabul edildi, dönme der. Doğrusunu Tanrı daha iyi bilir ya.
  • گویدش یزدان دعا شد مستجاب  ** وا مرو والله اعلم بالصواب 
  • Bu çeşit rüya bir bak ne hoştur. Adam, ölümünü görmeden cennete gitmede. 1725
  • این چنین خوابی ببین چون خوش بود  ** مرگ نادیده به جنت در رود 
  • Artık hiç o adam, uyanmaya hasret çeker, kuyunun dibinde zincirlere, bukağılara vurulmuş olarak yaşamayı arzular mı?
  • هیچ او حسرت خورد بر انتباه  ** بر تن با سلسله در قعر چاه 
  • İnanmışsan artık savaş safına gel ki senin meclisin gökyüzündedir.
  • مومنی آخر در آ در صف رزم  ** که ترا بر آسمان بودست بزم 
  • Yüzlerce ulaşma ümidiyle kalk, ey kul, mihrap önündeki mum gibi dinel.
  • بر امید راه بالا کن قیام  ** هم‌چو شمعی پیش محراب ای غلام 
  • Başı kesilmiş mum gibi bütün gece arayıp isteme yüzünden ağla, gözyaşları dök, yan dur.
  • اشک می‌بار و همی‌سوز از طلب  ** هم‌چو شمع سر بریده جمله شب 
  • Yemekten, içmekten ağzını yum, gök sofrasına koş. 1730
  • لب فرو بند از طعام و از شراب  ** سوی خوان آسمانی کن شتاب 
  • Her an ümidini gökyüzüne bağla. Gökyüzü havası ile söğüt gibi titre.
  • دم به دم بر آسمان می‌دار امید  ** در هوای آسمان رقصان چو بید 
  • Sana anbean gökten su ve ateş gelip durmada. Rızkını arttırmadadır.
  • دم به دم از آسمان می‌آیدت  ** آب و آتش رزق می‌افزایدت 
  • Seni de oraya götürürse şaşma. Aczine bakma isteğine bak.
  • گر ترا آنجا برد نبود عجب  ** منگر اندر عجز و بنگر در طلب 
  • Çünkü bu istek, sende Tanrının bir emanetidir. Her isteyen kişinin istenmesi yerindedir.
  • کین طلب در تو گروگان خداست  ** زانک هر طالب به مطلوبی سزاست 
  • Çalış da bu istek artsın. Bu suretle de gönlün şu ten kuyusundan çıksın. 1735
  • جهد کن تا این طلب افزون شود  ** تا دلت زین چاه تن بیرون شود 
  • Halk, filan yoksul öldü desinler, sen de a gafiller diriyim ben.
  • خلق گوید مرد مسکین آن فلان  ** تو بگویی زنده‌ام ای غافلان