English    Türkçe    فارسی   

5
1744-1768

  • O manevi rızktan binlerce okka yemek yesen yine pak ve tüy gibi hafif olarak gidersin.
  • گر هزاران رطل لوتش می‌خوری  ** می‌روی پاک و سبک هم‌چون پری 
  • O yemek, sen de ne yel yapar, ne kulunç, ne de mide ağrısı verir. 1745
  • که نه حبس باد و قولنجت کند  ** چارمیخ معده آهنجت کند 
  • Az yersen karga gibi aç kalırsın, çok yersen geğirmeye başlar, imtila olursun.
  • گر خوری کم گرسنه مانی چو زاغ  ** ور خوری پر گیرد آروغت دماغ 
  • Az yersen huyun kötüleşir, kabalaşır, nobranlaşırsın. Çok yersen bedenin imtilaya müstahak olur.
  • کم خوری خوی بد و خشکی و دق  ** پر خوری شد تخمه را تن مستحق 
  • Fakat Tanrı taamından, o lezzetli rızktan denizler kadar ye, yine de gemi gibi yürü yüz.
  • از طعام الله و قوت خوش‌گوار  ** بر چنان دریا چو کشتی شو سوار 
  • Oruca sarıl, sabret, orucu terk etme, her an Tanrı Rızkını bekle.
  • باش در روزه شکیبا و مصر  ** دم به دم قوت خدا را منتظر 
  • Çünkü o işi gücü güzel Tanrı, bekleyenlere hediyeler verir. 1750
  • که آن خدای خوب‌کار بردبار  ** هدیه‌ها را می‌دهد در انتظار 
  • Tok adam ekmek beklemez. Ekmeği yiyeceği ister er gelsin ister geç.
  • انتظار نان ندارد مرد سیر  ** که سبک آید وظیفه یا که دیر 
  • Aç adam daima nerede der durur. Açlıkla bekler, araştırır.
  • بی‌نوا هر دم همی گوید که کو  ** در مجاعت منتظر در جست و جو 
  • Beklemezsen o yetmiş kat devlet ve ikbal nevalesi sana gelmez.
  • چون نباشی منتظر ناید به تو  ** آن نواله‌ی دولت هفتاد تو 
  • Babacığım yüceler yemeğini ercesine bekle,bekle.
  • ای پدر الانتظار الانتظار  ** از برای خوان بالا مردوار 
  • Her aç nihayet bir yiyecek bulur. Devlet güneşi elbette ona vurur. 1755
  • هر گرسنه عاقبت قوتی بیافت  ** آفتاب دولتی بر وی بتافت 
  • Himmet sahibi misafir, az yemek yerse sofra sahibi, ona daha güzel yemek getirir.
  • ضیف با همت چو ز آشی کم خورد  ** صاحب خوان آش بهتر آورد 
  • Yalnız yoksul ve nekes olan sofra sahibi başka, ona söz yok. Kerem sahibi Rızk vericiye kötü zanda bulunma.
  • جز که صاحب خوان درویشی لیم  ** ظن بد کم بر به رزاق کریم 
  • Ey dayanılan, güvenilen er, bir dağ gibi başını kaldır da günesin ilk ışığı sana vursun.
  • سر برآور هم‌چو کوهی ای سند  ** تا نخستین نور خور بر تو زند 
  • Baksana o oturaklı yüce dağın tepesi de seher güneşini bekleyip durmada.
  • که آن سر کوه بلند مستقر  ** هست خورشید سحر را منتظر 
  • Ne hoştu bu dünya, ölüm olmasaydı: ne hoştu dünya mülk, zevali gelmeseydi diyen ve bu çeşit abes sözler söyleyen gafil kişiye cevap
  • جواب آن مغفل کی گفته است کی خوش بودی این جهان اگر مرگ نبودی وخوش بودی ملک دنیا اگر زوالش نبودی و علی هذه الوتیرة من الفشارات 
  • Biri ne hoştu dünya, ortada eteğimizi çeken ölüm olmasaydı demedeydi. 1760
  • آن یکی می‌گفت خوش بودی جهان  ** گر نبودی پای مرگ اندر میان 
  • Bir başka biri de dedi ki: Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya hiçbir şeye yaramazdı.
  • آن دگر گفت ار نبودی مرگ هیچ  ** که نیرزیدی جهان پیچ‌پیچ 
  • Ovaya yığılmış, dövülmeden öylece bırakılmış bir harmana benzerdi.
  • خرمنی بودی به دشت افراشته  ** مهمل و ناکوفته بگذاشته 
  • Halbuki sen asil ölümü dirilik sandın, tohumu çorak yere ektin.
  • مرگ را تو زندگی پنداشتی  ** تخم را در شوره خاکی کاشتی 
  • Yalancı akıl, her şeyi aksi görür, diriliği de ölüm sanır a ahmak!
  • عقل کاذب هست خود معکوس‌بین  ** زندگی را مرگ بیند ای غبین 
  • Ey Tanrı, sen bize her şeyi, o hile yurdunda nasılsa öylece göster. 1765
  • ای خدا بنمای تو هر چیز را  ** آنچنان که هست در خدعه‌سرا 
  • Hiçbir ölü, öldüğüne hayıflanmaz, azığın azlığına hayıflanır.
  • هیچ مرده نیست پر حسرت ز مرگ  ** حسرتش آنست کش کم بود برگ 
  • Yoksa ölen, bir kuyudan ovaya, devlete, yaşayışa ve genişliğe çıkar.
  • ورنه از چاهی به صحرا اوفتاد  ** در میان دولت و عیش و گشاد 
  • Bu yas konağından, şu daracık deve yatağından geniş bir ovaya göçer.
  • زین مقام ماتم و ننگین مناخ  ** نقل افتادش به صحرای فراخ