English    Türkçe    فارسی   

5
1835-1859

  • Kul der ki: Yarabbi, buyurduklarının yüz misli kötüyüm, yüz misli kötüyüm, yüz misli kötü. 1835
  • Sen kötülüklerimi ilminle örttün, yoksa yaptığım fenalıkları bilirsin.
  • Fakat kendi savaşımı, hayır ve şerden öte olan işlerimi, küfrümü, yolumu yordamı mı,
  • Aczimle sana yalvarışımı, benim, yahut benim gibi yüzlerce kulun hayalini bir yana bırakalım.
  • Ancak senin lütfuna ümit bağladım. Benim doğru oluşum, yahut inatçılığım söyle dursun.
  • Ey garezsiz kerem sahibi, karşılıksız olan lütfuna, ihsanına ümit bağlamışım. 1840
  • Onun için kendi isime bakmıyorum, geri dönüp senin kayıtsız şartsız keremine bakıyorum.
  • O ümitle yüzümü geri çevirdim. Ben yokken varlığımı sen verdin.
  • Bedavaca bana varlık elbisesi bağışladın. Ben daima buna güveniyordum.
  • Kul kendi suçunu ihsanını sayınca Tanrı ihsanı ile Tanrı bağışlaması gelip yetişir.
  • Der ki: Ey melekler, onu tekrar bana getirin, çünkü gönül gözü rica ve niyazda. 1845
  • Ben de aldırmayayım da onu azat edeyim, o hatalara bir kalem çekivereyim.
  • Bir şeye aldırmamak, birinin iyiliğinden, kötülüğünden kendisine ziyan gelmeyen kişiye mübahtır.
  • Keremimizden hös bir ateş yakalım da az çok, hiçbir suçu kusuru kalmasın.
  • Öyle bir ateş yakalım ki yalımındaki değersiz kıvılcım bile suçu da yaksın, cebri de, ihtiyari da.
  • İnsan ağırlıklarının bulunduğu yere bir yalım salalım da dikeni ruhani bir gül bahçesi haline getirelim. 1850
  • Biz dokuzuncu kat gökten “Sizin isinizi düzeltir” kimyasını gönderdik.
  • Artık o ebedi ve daimi nur karşısında insanlar babasının debdebesi ve ihtiyarı nedir ki?
  • Onun söyleyen dili, bir et parçası, gören gözü bir et lokması.
  • Duyan kulağı, iki parça kemikten, anlayan kalbi iki kahra kanan ibaret.
  • Sen pisliklerle dopdolu bir kurtcağızsın. Fakat cihana bir gürültü saldın. 1855
  • Meniden yaratıldın, benliği bırak. Ey Eyaz, çarığı hatırla.
  • Eyaz'ın çarık ve postunu koyduğu bir odası vardı. Kapısı sağlam ve kilitli olduğu için kapı yoldaşları, orada bir define var sanırlardı.
  • Eyaz, pek akıllı, fikirli olduğundan postu ile çarığını bir odaya asmıştı.
  • Her gün o boş odaya gider, kendi kendisine Ululanma derdi, işte çağırın şu.
  • Padişaha onun bir odası var dediler, oraya biriktirdiği altınları, gümüşleri altın küplerini koymuş.