English    Türkçe    فارسی   

5
1865-1889

  • Vefa gösterme de seviyorum demede, coşup köpürmede. Hey gidi buğday gösterip arpa satan hey! 1865
  • می‌نماید او وفا و عشق و جوش  ** وانگه او گندم‌نمای جوفروش 
  • Sevgide dirilik bulana kulluktan başka her şey haramdır, dedi.
  • هر که اندر عشق یابد زندگی  ** کفر باشد پیش او جز بندگی 
  • Gece yarısı o bey, otuz tane güvenilir adamla Eyaz’ın odasını açmaya gitti.
  • نیم‌شب آن میر با سی معتمد  ** در گشاد حجره‌ی او رای زد 
  • Bunca yiğit meşaleler yakmışlar, sevinerek odaya gidiyorlar.
  • مشعله بر کرده چندین پهلوان  ** جانب حجره روانه شادمان 
  • Padişahın emri bu. Odayı açacak, altın torbalarını alacağız diyorlardı.
  • که امر سلطانست بر حجره زنیم  ** هر یکی همیان زر در کش کنیم 
  • Onların birisi hey gidi hey diyordu, altın da nedir? Akik, lâl ve inciden haber ver. 1870
  • آن یکی می‌گفت هی چه جای زر  ** از عقیق و لعل گوی و از گهر 
  • Çünkü Padişah mahzeninin en has kulu o. Hatta bu güz o padişaha can mesabesinde.
  • خاص خاص مخزن سلطان ویست  ** بلک اکنون شاه را خود جان ویست 
  • Böyle bir sevgiye karsı yakutun, lâl-in akikin sözü mü olur?
  • چه محل دارد به پیش این عشیق  ** لعل و یاقوت و زمرد یا عقیق 
  • Padişahın ondan şüphesi yoktu. Sınama için bir latifeye girişmişti.
  • شاه را بر وی نبودی بد گمان  ** تسخری می‌کرد بهر امتحان 
  • Onu her türlü gıllugıştan temiz biliyordu. Fakat yine de vehmimden gönlü titriyordu.
  • پاک می‌دانستش از هر غش و غل  ** باز از وهمش همی‌لرزید دل 
  • Allah esirgesin diyordu, ya böyle bir şey çıkarda bundan incinirse. Utanmasını hiç istemem. 1875
  • که مبادا کین بود خسته شود  ** من نخواهم که برو خجلت رود 
  • Bunu yapmamıştır ya, yapsa bile pekala yapmış. O benim sevgilim, ne dilerse yapsın!
  • این نکردست او و گر کرد او رواست  ** هر چه خواهد گو بکن محبوب ماست 
  • Sevgilimin yaptığını ben yaptım demektir. Ben perdeyim ama hakikatte o benden ibarettir, ben de oyum.
  • هر چه محبوبم کند من کرده‌ام  ** او منم من او چه گر در پرده‌ام 
  • Sonra Ondan diyordu, bu çeşit huylar ne kadar uzak. Bu saçma bir söz beyhude bir hayal.
  • باز گفتی دور از آن خو و خصال  ** این چنین تخلیط ژاژست و خیال 
  • Eyaz’ın böyle bir şey yapmasına imkan yok. Çünkü o bir deniz ki dibini görmenin imkanı bulunmaz.
  • از ایاز این خود محالست و بعید  ** کو یکی دریاست قعرش ناپدید 
  • Yedi deniz de o denizin bir katresi. Bütün varlık onun dalgasından bir damla. 1880
  • هفت دریا اندرو یک قطره‌ای  ** جمله‌ی هستی ز موجش چکره‌ای 
  • Bütün temizlikleri o denizden elde ederler. Katreleri teker,teker birer sırça yapan sanatkar.
  • جمله پاکیها از آن دریا برند  ** قطره‌هااش یک به یک میناگرند 
  • O padişahlar padişahı, hatta padişahlar meydana getiren o. Yalnız kötü göz deymesin diye adı Eyaz olmuş.
  • شاه شاهانست و بلک شاه‌ساز  ** وز برای چشم بد نامش ایاز 
  • Kötü göz söyle dursun, iyi gözler bile onu nazarlar. Çünkü güzelliğinin haddi yok, elbette kıskanacaklar.
  • چشمهای نیک هم بر وی به دست  ** از ره غیرت که حسنش بی‌حدست 
  • Gökler kadar geniş bir ağız isterim ki o meleklerin bile kıskandıkları güzeli öveyim.
  • یک دهان خواهم به پهنای فلک  ** تا بگویم وصف آن رشک ملک 
  • Hatta bu çeşit bir ağza sahip olsam, yahut bunun yüz misli geniş bir ağız elde etsem yine de feryadı figan o ağıza sığamaz. 1885
  • ور دهان یابم چنین و صد چنین  ** تنگ آید در فغان این حنین 
  • Fakat ey dayandığım dost, bu kadar da söylemesem gönül sırçası, zayıflığından çatlayacak.
  • این قدر گر هم نگویم ای سند  ** شیشه‌ی دل از ضعیفی بشکند 
  • Gönül sırçasını pek nazik gördüm de biraz teskin edebilmek için nice cüppeler yırttım.
  • شیشه‌ی دل را چو نازک دیده‌ام  ** بهر تسکین بس قبا بدریده‌ام 
  • Güzelim; ben her ay başı mutlaka üç gün deli olurum.
  • من سر هر ماه سه روز ای صنم  ** بی‌گمان باید که دیوانه شوم 
  • Kendine gel bu gün o üç günün ilki. Bu gün zafer günü; firuze günü değil.
  • هین که امروز اول سه روزه است  ** روز پیروزست نه پیروزه است