- Herkes ondan helâllik istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı.
- می حلالی خواست از وی هر کسی ** بوسه میدادند بر دستش بسی
- Senden şüphe ettik, hakkını helâl et. Dedikoduda bulunduk, âdeta etini yedik diyorlardı.
- بد گمان بردیم و کن ما را حلال ** گوشت تو خوردیم اندر قیل و قال
- Çünkü o, yakınlıkta herkesten ön olduğu için herkes daha ziyade ondan şüphe etmişti.
- زانک ظن جمله بر وی بیش بود ** زانک در قربت ز جمله پیش بود
- Nasuh, has tellâktı, mahremdi. Hattâ sultanla ruhları birdi, bedenleri ayrı. 2295
- خاص دلاکش بد و محرم نصوح ** بلک همچون دو تنی یک گشته روح
- Sultana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi aşırdıysa o aşırmıştır.
- گوهر ار بردست او بردست و بس ** زو ملازمتر به خاتون نیست کس
- Önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar;
- اول او را خواست جستن در نبرد ** بهر حرمت داشتش تاخیر کرد
- Aldıysa biraz mühlet vermiş olalım da bir yere atsın bari, fikrine düşmüşlerdi.
- تا بود کان را بیندازد به جا ** اندرین مهلت رهاند خویش را
- Onun için ondan helâllik diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı.
- این حلالیها ازو میخواستند ** وز برای عذر برمیخاستند
- Nasuh, "Bu bana Tanrı'nın lûtfu, ihsanı. Yoksa dediğinizden beterim ben. 2300
- گفت بد فضل خدای دادگر ** ورنه زآنچم گفته شد هستم بتر
- Benden helâllik dilemeye hacet yok. Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum.
- چه حلالی خواست میباید ز من ** که منم مجرمتر اهل زمن
- Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. Bunda şüphe eden olabilir, fakat bence apaçıktır bu.
- آنچ گفتندم ز بد از صد یکیست ** بر من این کشفست ار کس را شکیست
- Kim bende birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği şey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis işimden biridir.
- کس چه میداند ز من جز اندکی ** از هزاران جرم و بد فعلم یکی
- Suçlarımı ve kütü hareketlerimi bir ben bilirim, bir de onları örten Tanrım.
- من همی دانم و آن ستار من ** جرمها و زشتی کردار من
- Önce iblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu. 2305
- اول ابلیسی مرا استاد بود ** بعد از آن ابلیس پیشم باد بود
- Yaptıklarımın hepsini Tanrı gördü de göstermedi, bu suretle de kötülükle yüzümü sarartmadı.
- حق بدید آن جمله را نادیده کرد ** تا نگردم در فضیحت رویزرد
- Sonra da yine Tanrı rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasibetti.
- باز رحمت پوستین دوزیم کرد ** توبهی شیرین چو جان روزیم کرد
- Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farzetti.
- هر چه کردم جمله ناکرده گرفت ** طاعت ناکرده آورده گرفت
- Beni selvi ve süsen gibi azadetti. Bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı.
- همچو سرو و سوسنم آزاد کرد ** همچو بخت و دولتم دلشاد کرد
- Adımı temizler defterine yazdı. Cehennemliktim, bana cenneti bağışladı. 2310
- نام من در نامهی پاکان نوشت ** دوزخی بودم ببخشیدم بهشت
- Ah ettim, ahım bir ipe döndü, düştüğüm kuyuya sarktı.
- آه کردم چون رسن شد آه من ** گشت آویزان رسن در چاه من
- O ipe sarıldım, dışarı çıktım. Neşelendim, ferahladım, semirdim, benzim kırmızılaştı.
- آن رسن بگرفتم و بیرون شدم ** شاد و زفت و فربه و گلگون شدم
- Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün âleme sığmıyorum.
- در بن چاهی همیبودم زبون ** در همه عالم نمیگنجم کنون
- Şükürler olsun sana yarabbi. Beni ansızın gamdan kurtardın.
- آفرینها بر تو بادا ای خدا ** ناگهان کردی مرا از غم جدا
- Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam yine şükründen âcizim. 2315
- گر سر هر موی من یابد زبان ** شکرهای تو نیاید در بیان
- Şu bahçede, şu ırmakların kıyısında halka "Keşke kavmim bilseydi, Tanrı beni ne yüzden yarlığadı" diye nara atmaktayım dedi.
- میزنم نعره درین روضه و عیون ** خلق را یا لیت قومی یعلمون
- Sultanın, Nasuh'u tövbesinden ve tövbesinin kabul edilmesinden sonra tekrar tellâklığa çağırması, ve onun bahaneler bularak gitmemesi
- باز خواندن شهزاده نصوح را از بهر دلاکی بعد از استحکام توبه و قبول توبه و بهانه کردن او و دفع گفتن