- Adam, benim yoksulluğumdan, benim taksiratımdan. Bu ağzı dili bağlı mahlûk saman bulamıyor dedi.
- گفت از درویشی و تقصیر من ** که نمییابد خود این بستهدهن
- İmrahor dedi ki: Sen, birkaç gün onu bana ver de padişahın ahırında kuvvetlensin.
- گفت بسپارش به من تو روز چند ** تا شود در آخر شه زورمند
- Adam, eşeği o merhametli kişiye verdi. O da onu padişahın ahırına bağladı.
- خر بدو بسپرد و آن رحمتپرست ** در میان آخر سلطانش بست
- Eşek, her yanda tavlı, semiz, güzel ve taze arap atlarını gördü.
- خر ز هر سو مرکب تازی بدید ** با نوا و فربه و خوب و جدید
- Ayak bastıkları yerler süpürülmüş, sulanmıştı. Saman da tam vaktinde geliyordu, arpa da tam vaktinde. 2370
- زیر پاشان روفته آبی زده ** که به وقت وجو به هنگام آمده
- Atların tımarını da görünce başını göğe kaldırdı da dedi ki: Ey ulu Tanrı,
- خارش و مالش مر اسپان را بدید ** پوز بالا کرد کای رب مجید
- Tutalım eşeğim, senin mahlûkun değil miyim? Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım?
- نه که مخلوق توم گیرم خرم ** از چه زار و پشت ریش و لاغرم
- Geceleri arkamın acısından, karnımın acılığından her an ölümümü istiyorum,
- شب ز درد پشت و از جوع شکم ** آرزومندم به مردن دم به دم
- Bu atların halleri böyle mükemmel. Peki, neden azap ve belâ, yalnız bana mahsus?
- حال این اسپان چنین خوش با نوا ** من چه مخصوصم به تعذیب و بلا
- Derken ansızın savaş koptu. Arap atlarına eğerleri vurup savaşa sürdüler. 2375
- ناگهان آوازهی پیگار شد ** تازیان را وقت زین و کار شد
- Onlar, düşmandan oklar yediler. Her yanlarına temrenler sapladı.
- زخمهای تیر خوردند از عدو ** رفت پیکانها دریشان سو به سو
- Savaştan geri dönüp hepsi de perişan bir halde ahıra düştüler.
- از غزا باز آمدند آن تازیان ** اندر آخر جمله افتاده ستان
- Ayakları sağlam iplerle mükemmel bağlandı. Nalbantlar sıra sıra dizildi.
- پایهاشان بسته محکم با نوار ** نعلبندان ایستاده بر قطار
- Hançerlerle bedenlerini yarıyor, yaralardan temrenleri çıkarıyorlardı.
- میشکافیدند تنهاشان بنیش ** تا برون آرند پیکانها ز ریش
- Eşek bunları görünce dedi ki: Yarabbi, ben yoksullukla süregeldiğim şu afiyete razıyım. 2380
- آن خر آن را دید و میگفت ای خدا ** من به فقر و عافیت دادم رضا
- O gıdadan da bizarım, o çirkin yaradan da. Afiyet dileyen, dünyayı terk eder.
- زان نوا بیزارم و زان زخم زشت ** هرکه خواهد عافیت دنیا بهشت
- Eşeğin, ben kısmetime razıyım deyip tilkinin sözünü beğenmemesi
- ناپسندیدن روباه گفتن خر را کی من راضیم به قسمت
- Tilki dedi ki: Tanrı emrine uyup helâl rızık aramak farzdır.
- گفت روبه جستن رزق حلال ** فرض باشد از برای امتثال
- Bu âlem, sebepler âlemidir. Sebepsiz hiçbir şey elde edilmez, şu halde mutlaka dilemek lâzımdır.
- عالم اسباب و چیزی بیسبب ** مینباید پس مهم باشد طلب
- Tanrı "Allah'ın ihsanını dileyin" diye emretti. Kaplan gibi kaçmak caiz değildir.
- وابتغوا من فضل الله است امر ** تا نباید غصب کردن همچو نمر
- Peygamber, rızık için "Kapısı bağlıdır, kapısında da kilit var" buyurmuştur. 2385
- گفت پیغامبر که بر رزق ای فتی ** در فرو بستهست و بر در قفلها
- O kilidin anahtarı bizim hareketimiz, gelip gitmemiz ve kazancımızdır.
- جنبش و آمد شد ما و اکتساب ** هست مفتاحی بر آن قفل و حجاب
- Bu kapının anahtarsız açılmasına yol yok. İstemeden ekmek vermek, Tanrının âdeti değildir.
- بیکلید این در گشادن راه نیست ** بیطلب نان سنت الله نیست
- Tilkiye eşeğin cevap vermesi
- جواب گفتن خر روباه را
- Eşek, o senin dediğin Tanrı'ya dayanmanın zayıflığından. Yoksa can veren, ekmek de verir.
- گفت از ضعف توکل باشد آن ** ورنه بدهد نان کسی که داد جان
- Padişahlık ve zafer istiyen kişiye ekmek lokması az gelmez oğlum.
- هر که جوید پادشاهی و ظفر ** کم نیاید لقمهی نان ای پسر
- Tuzak kurup av avlıyanlarla yırtıcı canavarların hepsi rızık yemede. Bunlar, ne kazanç peşinde dolaşırlar, ne de rızık kazanmaya çalışırlar. 2390
- دام و دد جمله همه اکال رزق ** نه پی کسپاند نه حمال رزق