- İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
- این گواهی چیست اظهار نهان ** خواه قول و خواه فعل و غیر آن
- Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.
- که عرض اظهار سر جوهرست ** وصف باقی وین عرض بر معبرست
- Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır.
- این نشان زر نماند بر محک ** زر بماند نیک نام و بی ز شک
- Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır.
- این صلات و این جهاد و این صیام ** هم نماند جان بماند نیکنام
- Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü; 250
- جان چنین افعال و اقوالی نمود ** بر محک امر جوهر را بسود
- İnanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar şüphelidir.
- که اعتقادم راستست اینک گواه ** لیک هست اندر گواهان اشتباه
- Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır.
- تزکیه باید گواهان را بدان ** تزکیش صدقی که موقوفی بدان
- Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta.
- حفظ لفظ اندر گواه قولیست ** حفظ عهد اندر گواه فعلیست
- Söz tanığı eğri söylerse reddedilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine reddedilir.
- گر گواه قول کژ گوید ردست ** ور گواه فعل کژ پوید ردست
- Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin. 255
- قول و فعل بیتناقض بایدت ** تا قبول اندر زمان بیش آیدت
- “Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
- سعیکم شتی تناقض اندرید ** روز میدوزید شب بر میدرید
- Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Allah kendi lütfu ile bir hilim göstere.
- پس گواهی با تناقض کی شنود ** یا مگر حلمی کند از لطف خود
- Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.
- فعل و قول اظهار سرست و ضمیر ** هر دو پیدا میکند سر ستیر
- Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
- چون گواهت تزکیه شد شد قبول ** ورنه محبوس است اندر مول مول
- A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!.. 260
- تا تو بستیزی ستیزند ای حرون ** فانتظرهم انهم منتظرون
- Mustafa aleyhisselam’ın konuğuna şahadeti arzetmesi
- عرضه کردن مصطفی علیهالسلام شهادت را بر مهمان خویش
- Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti.
- این سخن پایان ندارد مصطفی ** عرضه کرد ایمان و پذرفت آن فتی
- O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü.
- آن شهادت را که فرخ بوده است ** بندهای بسته را بگشوده است
- İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol.
- گشت مؤمن گفت او را مصطفی ** که امشبان هم باش تو مهمان ما
- Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.
- گفت والله تا ابد ضیف توم ** هر کجا باشم بهر جا که روم
- Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin sofranın başında, o alem de. 265
- زنده کرده و معتق و دربان تو ** این جهان و آن جهان بر خوان تو
- Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler.
- هر که بگزیند جزین بگزیده خوان ** عاقبت درد گلویش ز استخوان
- Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla bir kâseden yemek yer.
- هر که سوی خوان غیر تو رود ** دیو با او دان که همکاسه بود
- Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.
- هر که از همسایگی تو رود ** دیو بیشکی که همسایهش شود
- Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur.
- ور رود بیتو سفر او دوردست ** دیو بد همراه و همسفرهی ویست
- Yüce ve güzel bir ata binse aya haset eder; Şeytan da ona arkadaş olur. 270
- ور نشیند بر سر اسپ شریف ** حاسد ماهست دیو او را ردیف