- Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır.
- تزکیه باید گواهان را بدان ** تزکیش صدقی که موقوفی بدان
- Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta.
- حفظ لفظ اندر گواه قولیست ** حفظ عهد اندر گواه فعلیست
- Söz tanığı eğri söylerse reddedilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine reddedilir.
- گر گواه قول کژ گوید ردست ** ور گواه فعل کژ پوید ردست
- Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin. 255
- قول و فعل بیتناقض بایدت ** تا قبول اندر زمان بیش آیدت
- “Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
- سعیکم شتی تناقض اندرید ** روز میدوزید شب بر میدرید
- Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Allah kendi lütfu ile bir hilim göstere.
- پس گواهی با تناقض کی شنود ** یا مگر حلمی کند از لطف خود
- Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.
- فعل و قول اظهار سرست و ضمیر ** هر دو پیدا میکند سر ستیر
- Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
- چون گواهت تزکیه شد شد قبول ** ورنه محبوس است اندر مول مول
- A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!.. 260
- تا تو بستیزی ستیزند ای حرون ** فانتظرهم انهم منتظرون
- Mustafa aleyhisselam’ın konuğuna şahadeti arzetmesi
- عرضه کردن مصطفی علیهالسلام شهادت را بر مهمان خویش
- Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti.
- این سخن پایان ندارد مصطفی ** عرضه کرد ایمان و پذرفت آن فتی
- O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü.
- آن شهادت را که فرخ بوده است ** بندهای بسته را بگشوده است
- İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol.
- گشت مؤمن گفت او را مصطفی ** که امشبان هم باش تو مهمان ما
- Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.
- گفت والله تا ابد ضیف توم ** هر کجا باشم بهر جا که روم
- Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin sofranın başında, o alem de. 265
- زنده کرده و معتق و دربان تو ** این جهان و آن جهان بر خوان تو
- Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler.
- هر که بگزیند جزین بگزیده خوان ** عاقبت درد گلویش ز استخوان
- Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla bir kâseden yemek yer.
- هر که سوی خوان غیر تو رود ** دیو با او دان که همکاسه بود
- Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.
- هر که از همسایگی تو رود ** دیو بیشکی که همسایهش شود
- Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur.
- ور رود بیتو سفر او دوردست ** دیو بد همراه و همسفرهی ویست
- Yüce ve güzel bir ata binse aya haset eder; Şeytan da ona arkadaş olur. 270
- ور نشیند بر سر اسپ شریف ** حاسد ماهست دیو او را ردیف
- Nazlı karısı ondan bir çocuk doğursa Şeytan onun soyundan ona ortak kesilir.
- ور بچه گیرد ازو شهناز او ** دیو در نسلش بود انباز او
- Allah Kur’anda “Ey Mümin, Şeytana kafirlerin mallarında, evlatlarında ortak ol” buyurmuştur.
- در نبی شارکهم گفتست حق ** هم در اموال و در اولاد ای شفق
- Peygamber bunu Ali’ye değer biçilmez sözleri arasında açıkça söylemiştir.
- گفت پیغامبر ز غیب این را جلی ** در مقالات نوادر با علی
- Konuk dedi ki: “Ey Allah elçisi, bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun.
- یا رسولالله رسالت را تمام ** تو نمودی همچو شمس بیغمام
- Senin bu yaptığını iki yüz ana yapamaz. İsa bile bunu Azer’e yapmadı. 275
- این که تو کردی دو صد مادر نکرد ** عیسی از افسونش با عازر نکرد
- Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu. Azer de dirildi ama o anda yine öldü.
- از تو جانم از اجل نک جان ببرد ** عازر ار شد زنده زان دم باز مرد