- Şeyh, Tanrı buyruğunu kabul edip Gaznenin şehrini, yüzünün nuriyle aydınlattı.
- رو به شهر آورد آن فرمانپذیر ** شهر غزنین گشت از رویش منیر
- Bir bölük halk, ferahtan ona karşı vardılar. Fakat o, acele bilinmez bir yoldan şehre girdi.
- از فرح خلقی به استقبال رفت ** او در آمد از ره دزدیده تفت
- Şehrin ileri gelenleri, uluları hep birden kalkıp onun için köşkler hazırladılar.
- جمله اعیان و مهان بر خاستند ** قصرها از بهر او آراستند
- Şeyh, ben dedi, kendimi göstermeye gelmedim, ancak horluğa ve dilenciliğe geldim.
- گفت من از خودنمایی نامدم ** جز به خواری و گدایی نامدم
- Dedikoduda bulunmaya niyetim bile yok. Elimde zembil kapı kapı gezeceğim. 2690
- نیستم در عزم قال و قیل من ** در به در گردم به کف زنبیل من
- Buyruk kuluyum, buyruk da Tanrı'dan. Ben dilencilik edeceğim, dilencilik edeceğim, dilencilik!
- بنده فرمانم که امرست از خدا ** که گدا باشم گدا باشم گدا
- Dilenirken de duyulmamış sözler söyleyecek değilim. Dilencilerin aşağılık yolundan başka bir yol yordam tutmayacağım.
- در گدایی لفظ نادر ناورم ** جز طریق خس گدایان نسپرم
- Bu suretle tamamiyle alçaklığa dalayım da ileri gelenlerden de, halktan da kötü sözler duyayım.
- تا شوم غرقهی مذلت من تمام ** تا سقطها بشنوم از خاص و عام
- Tanrı buyruğu candır, ben ona tabiim. O, tamah hakkında "Tamah eden alçalır" buyurdu.
- امر حق جانست و من آن را تبع ** او طمع فرمود ذل من طمع
- Mademki din sultanı, benden tamahkârlık istiyor, bundan böyle kanaatin başına toprak! 2695
- چون طمع خواهد ز من سلطان دین ** خاک بر فرق قناعت بعد ازین
- O alçalmamı istiyor, ben nasıl yüceliğe savaşırım? O, dilenci olmamı diliyor, ben nasıl beylik ederim?
- او مذلت خواست کی عزت تنم ** او گدایی خواست کی میری کنم
- Bundan böyle benden yalnız dilencilik ve alçak iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim.
- بعد ازین کد و مذلت جان من ** بیست عباساند در انبان من
- Şeyh, eline zembili almış, sokak sokak, kapı kapı dolaşıyor. Ağam Tanrı için bir şey ver, Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? diyordu.
- شیخ بر میگشت زنبیلی به دست ** شیء لله خواجه توفیقیت هست
- Sırları, arştan da yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü "Tanrı için, Tanrı için" demekti.
- برتر از کرسی و عرش اسرار او ** شیء لله شیء لله کار او
- Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler. 2700
- انبیا هر یک همین فن میزنند ** خلق مفلس کدیه ایشان میکنند
- "Tanrı'ya ödünç verin, Tanrı'ya ödünç verin" derler, işi tersine yürütürler de "Tanrı'ya yardım ederseniz Tanrı da size yardım eder" derler.
- اقرضوا الله اقرضوا الله میزنند ** بازگون بر انصروا الله میتنند
- Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı.
- در به در این شیخ میآرد نیاز ** بر فلک صد در برای شیخ باز
- O dilenciliği boğazı için değil, Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
- که آن گدایی که آن به جد میکرد او ** بهر یزدان بود نه از بهر گلو
- Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Tanrı nuriyle dopdoluydu.
- ور بکردی نیز از بهر گلو ** آن گلو از نور حق دارد غلو
- Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı. 2705
- در حق او خورد نان و شهد و شیر ** به ز چله وز سه روزهی صد فقیر
- O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
- نور مینوشد مگو نان میخورد ** لاله میکارد به صورت میچرد
- Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
- چون شراری کو خورد روغن ز شمع ** نور افزاید ز خوردش بهر جمع
- Tanrı, ekmek yiyene "israf etmeyin" dedi, nur yiyene "Artık kâfi" demedi.
- نانخوری را گفت حق لاتسرفوا ** نور خوردن را نگفتست اکتفوا
- O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.
- آن گلوی ابتلا بد وین گلو ** فارغ از اسراف و آمن از غلو
- Şeyhin bu hale düşmesi hırsından, tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa, tamaha uymaz ki. 2710
- امر و فرمان بود نه حرص و طمع ** آن چنان جان حرص را نبود تبع