- Nitekim bir bölük halk da kıble nerede diye ararlar, bir hayale kapılıp her yana döner dururlar.
- همچو قومی که تحری میکنند ** بر خیال قبله سویی میتنند
- Sabah olup ta Kâbe yüz gösterdi mi kimin yol yitirdiği anlaşılır. 330
- چونک کعبه رو نماید صبحگاه ** کشف گردد که کی گم کردست راه
- Yahut da dalgıçlar gibi hani. Hepsi denize dalar, herkes, denizin dibinde eline ne geçerse aceleyle devşirir.
- یا چو غواصان به زیر قعر آب ** هر کسی چیزی همیچیند شتاب
- Değerli inci ümidiyle şunu bunu torbalarına doldururlar.
- بر امید گوهر و در ثمین ** توبره پر میکنند از آن و این
- O koca denizin dibinden çıktılar mı iri değerli inci kimdeyse meydana çıkar.
- چون بر آیند از تگ دریای ژرف ** کشف گردد صاحب در شگرف
- Öbürünün küçük inci, daha öbürünün de kırık taş parçaları ve boncuk bulduğu anlaşılır.
- وآن دگر که برد مروارید خرد ** وآن دگر که سنگریزه و شبه برد
- İşte onları uykularından uyaracak olan, kahredici ve kötülükleri açığa vurucu bulunan kıyamette buna benzer. 335
- هکذی یبلوهم بالساهره ** فتنة ذات افتضاح قاهره
- Her bölük pervaneler gibi alemde bir mumun etrafında dönüp dolaşır.
- همچنین هر قوم چون پروانگان ** گرد شمعی پرزنان اندر جهان
- Kendilerini bir ateşe vururlar ama hakikatte kendi mumlarının çevresinde dolanmaktadırlar.
- خویشتن بر آتشی برمیزنند ** گرد شمع خود طوافی میکنند
- Alevinden ağacın daha ziyade yeşerdiği bahtı yaver Musa’nın ateşini umarlar.
- بر امید آتش موسی بخت ** کز لهیبش سبزتر گردد درخت
- Her sürü o ateşin ihsanını duymuştur; herkes her kıvılcımı o ateş sanır.
- فضل آن آتش شنیده هر رمه ** هر شرر را آن گمان برده همه
- Fakat sabah çağı, ebedilik nuru doğdu mu her biri, etrafında döndüğü nurun ne biçim bir mum olduğunu görür. 340
- چون برآید صبحدم نور خلود ** وا نماید هر یکی چه شمع بود
- Kim o zafer mumu ile kanadını yakmış ise o mum, ona seksen tane kanat bağışlar.
- هر کرا پر سوخت زان شمع ظفر ** بدهدش آن شمع خوش هشتاد پر
- Nice pervaneler iki gözlerini yummuşlardır da kötü bir muma atılmışlardır, kanatlarını yakıp onun altına düşe kalmışlardır.
- جوق پروانهی دو دیده دوخته ** مانده زیر شمع بد پر سوخته
- Pişmanlıkla, hararetle çırpınıp dururlar. Gözlerinin bağı olmasına, böylece bir havaya körcesine düşmelerine ah ederler.
- میطپد اندر پشیمانی و سوز ** میکند آه از هوای چشمدوز
- Mum da ben yandım, seni yanmadan, cefa ve elemden nasıl kurtarabilirdim? der.
- شمع او گوید که چون من سوختم ** کی ترا برهانم از سوز و ستم
- Mum da ağlaya ağlaya der ki: Benim bile başım yandı, artık başkasını nasıl aydınlatabilirim? 345
- شمع او گریان که من سرسوخته ** چون کنم مر غیر را افروخته
- “Ey hasret, hazır ol o kullara ki” ayetinin tefsiri
- تفسیر یا حسرة علی العباد
- O “Senin ahvaline baktım da gururlandım, halini geç gördüm” der.
- او همی گوید که از اشکال تو ** غره گشتم دیر دیدم حال تو
- Mum sönmüş, şarap bitmiş, sevgili de bizim eğri görüşümüzden utanmış, dalgalara batmış, gömülmüştür.
- شمع مرده باده رفته دلربا ** غوطه خورد از ننگ کژبینی ما
- Faydalar, ziyanın ve helakin ta kendisi olmuştur. Artık, körlükten Allahya şikayet et dur.
- ظلت الارباح خسرا مغرما ** نشتکی شکوی الی الله العمی
- Halbuki ne güzeldir inanılır müslüman, iman sahibi ve ibadet edip duran kardeşlerin ruhları.
- حبذا ارواح اخوان ثقات ** مسلمات مومنات قانتات
- Herkes bir yana yüz tutmuştur. O azizlerse hiç yanda olmayana yüz çevirmişlerdir. 350
- هر کسی رویی به سویی بردهاند ** وان عزیزان رو به بیسو کردهاند
- Her güvercin bir yana uçmuştur, bu güvercinse cihetsizlik tarafına!
- هر کبوتر میپرد در مذهبی ** وین کبوتر جانب بیجانبی
- Biz ne hava kuşlarıyız, ne ev kuşları. Bizim yemimiz yemsizlik yemidir.
- ما نه مرغان هوا نه خانگی ** دانهی ما دانهی بیدانگی
- Onun için rızkımız böyle bol bol gelmededir; çünkü, bizim elbise dikmemiz elbiseyi yırtmaktır!
- زان فراخ آمد چنین روزی ما ** که دریدن شد قبادوزی ما
- Fereciye önce fereci denmesinin sebebi
- سبب آنک فرجی را نام فرجی نهادند از اول