- Neşelensinler diye şarap içmek istediler. O zaman şarap helâldi.
- باده میبایستشان در نظم حال ** باده بود آن وقت ماذون و حلال
- Şarapları azdı, dedi ki: Köle, yürü, testiyi doldur,bize şarap getir. 3445
- بادهشان کم بود و گفتا ای غلام ** رو سبو پر کن به ما آور مدام
- Filân keşişte halis şarap var. Ondan al da canımız, ileri gelenlerin derdinden de halâs olsun, halkın derdinden de.
- از فلان راهب که دارد خمر خاص ** تا ز خاص و عام یابد جان خلاص
- O keşişin şarabının bir katrası, binlerce testi, binlerce küp şarabın yaptığını yapar.
- جرعهای زان جام راهب آن کند ** که هزاران جره و خمدان کند
- O şarapta gizli bir maya var, nitekim bazı erler vardır ki aba altında sultandır onlar.
- اندر آن می مایهی پنهانی است ** آنچنان که اندر عبا سلطانی است
- Sen, paramparça hırkaya az bak. Anlaşılmasın diye altının da yüzünü karartırlar.
- تو بدلق پارهپاره کم نگر ** که سیه کردند از بیرون زر
- Lâal, görünüşte buğulu görünür ama kötü göz,onu beğenmesin diyedir bu. 3450
- از برای چشم بد مردود شد ** وز برون آن لعل دودآلود شد
- Hazine ve mücevherat, ev içinde olur mu hiç? hazineler, daima yıkık yerlerdedir.
- گنج و گوهر کی میان خانههاست ** گنجها پیوسته در ویرانههاست
- Adem'in hazinesi de yıkık yere gömülmüştü de bu yüzden o melun Şeytan’ın gözü,onu görmedi.
- گنج آدم چون بویران بد دفین ** گشت طینش چشمبند آن لعین
- O, toprağa hor baktı. Fakat can, ona bu toprak, sana bir set olmuştur demedeydi.
- او نظر میکرد در طین سست سست ** جان همیگفتش که طینم سد تست
- Köle, iki testi alıp yola düştü. Derhal keşişlerin manastırına vardı.
- دو سبو بستد غلام و خوش دوید ** در زمان در دیر رهبانان رسید
- Altını verip o altın gibi şarabı aldı. Taşı verip karşılığında gevheri satın aldı. 3455
- زر بداد و بادهی چون زر خرید ** سنگ داد و در عوض گوهر خرید
- O şarabi ki padişahların başına sıçrar da sakinin başına altın taç koyarlar.
- بادهای که آن بر سر شاهان جهد ** تاج زر بر تارک ساقی نهد
- O şarabi ki fitneler, kargaşalıklar çıkarır, kullarla padişahları birbirine katar.
- فتنهها و شورها انگیخته ** بندگان و خسروان آمیخته
- O şarabi ki kemikleri eritir de tamamiyle can yapar, o zaman tahtayla taht bir olur.
- استخوانها رفته جمله جان شده ** تخت و تخته آن زمان یکسان شده
- Ayıkken kulla padişah suyla yağ gibidir ama sarhoşluk vaktinde tendeki cana dönerler.
- وقت هشیاری چو آب و روغنند ** وقت مستی همچو جان اندر تنند
- Heriseye benzerler, artık farkları kalmaz. Fakat bu makama varıp gark olmıyan bunu fark edemez. 3460
- چون هریسه گشته آنجا فرق نیست ** نیست فرقی کاندر آنجا غرق نیست
- İşte o köle, bu çeşit şarap almış, o adı sanı güzel beyin köşküne gitmekteydi.
- این چنین باده همیبرد آن غلام ** سوی قصر آن امیر نیکنام
- Yolda gamlar görmüş, beyni kuru, belâlara bürünmüş bir zahit, önüne çıkıverdi.
- پیشش آمد زاهدی غم دیدهای ** خشک مغزی در بلا پیچیدهای
- Zahidin bedeni, gönül ateşleriyle yanmış, evini Tanrı'dan başka her şeyden silip süpürmüştü.
- تن ز آتشهای دل بگداخته ** خانه از غیر خدا پرداخته
- Nice çaresiz mihnetlere uğramış, binlerce dağlar üstüne dağlar yakmıştı.
- گوشمال محنت بیزینهار ** داغها بر داغها چندین هزار
- Her an gönlü, savaşlara düşmü, gece gündüz riyazatlara sarılmıştı. 3465
- دیده هر ساعت دلش در اجتهاد ** روز و شب چفسیده او بر اجتهاد
- Yıllarca, aylarca kanlara batmış, topraklara bulanmıştı. Gece yarısı o köleyi görünce.
- سال و مه در خون و خاک آمیخته ** صبر و حلمش نیمشب بگریخته
- Dedi ki: Testilerdeki nedir? Köle şarap dedi. Zahit, kimin, kime götürüyorsun? diye sordu.
- گفت زاهد در سبوها چیست آن ** گفت باده گفت آن کیست آن
- Köle, o ulu beyin dedi. Zahit dedi ki: Tânrı'yı dileyen kişinin ameli böyle mi olur?
- گفت آن آن فلان میر اجل ** گفت طالب را چنین باشد عمل