English    Türkçe    فارسی   

5
3568-3592

  • Senin, gül renkli şaraba hiç ihtiyacın yok. Gül rengini bırak, gül renklilik sensin zaten.
  • هیچ محتاج می گلگون نه‌ای  ** ترک کن گلگونه تو گلگونه‌ای 
  • Ey zühre'ye benziyen yüzü kuşluk güneşi olan, ey rengine karşı gül rengi yoksul bir hale gelen bey,
  • ای رخ چون زهره‌ات شمس الضحی  ** ای گدای رنگ تو گلگونه‌ها 
  • Şarap, küpte gizlice senin yüzünün iştiyakiyle kaynayıp coşar. 3570
  • باده کاندر خنب می‌جوشد نهان  ** ز اشتیاق روی تو جوشد چنان 
  • Sen baştanbaşa denizsin, ıslaklığı ne istersin ki? Sen, tamamiyle varlıksın, yokluğu ne ararsın ki?
  • ای همه دریا چه خواهی کرد نم  ** وی همه هستی چه می‌جویی عدم 
  • Ey parlak ay, tozu ne yapacaksın? Ay bile, senin yüzüne bakar da sararır.
  • ای مه تابان چه خواهی کرد گرد  ** ای که مه در پیش رویت روی‌زرد 
  • Sen hoşsun, güzelsin, her türlü hoşluğun madenisin. Neden şaraba minnet edersin ki?
  • تاج کرمناست بر فرق سرت  ** طوق اعطیناک آویز برت 
  • Başında "Biz insan oğullarını ululadık" tacı, boynunda "Biz sana kevser ırmağını verdik" gerdanlığı var.
  • تو خوش و خوبی و کان هر خوشی  ** تو چرا خود منت باده کشی 
  • İnsan cevherdir, gök ona arazdır. Her şey fer'idir, her şeyden maksat odur. 3575
  • جوهرست انسان و چرخ او را عرض  ** جمله فرع و پایه‌اند و او غرض 
  • Ey akıllar, tedbirler, fikirler kulu kölesi olan bey, mademki böylesin, kendini neden böyle ucuza satıyorsun?
  • ای غلامت عقل و تدبیرات و هوش  ** چون چنینی خویش را ارزان فروش 
  • Sana hizmet etmek, bütün varlık âlemine farzdır. Bir cevher, neden arazdan ihsan ister ki?
  • خدمتت بر جمله هستی مفترض  ** جوهری چون نجده خواهد از عرض 
  • Yazıklar olsun, kitaplardan bilgi arıyorsun ha, helvadan zevk istiyorsun ha!
  • علم جویی از کتبها ای فسوس  ** ذوق جویی تو ز حلوا ای فسوس 
  • Bir bilgi denizisin ki bir ıslaklıkta gizlenmiş; bir âlemsin ki üç arşın boyunda bir bedene bürünmüş!
  • بحر علمی در نمی پنهان شده  ** در سه گز تن عالمی پنهان شده 
  • Şarap nedir, güzel ses ve çalgı dinlemek, yahut bir güzelle buluşmak nedir ki sen onlardan bir neşe, bir menfaat ummadasın! 3580
  • می چه باشد یا سماع و یا جماع  ** تا بجویی زو نشاط و انتفاع 
  • Hiç güneş, bir zerreden borç ister mi, hiç zühre yıldızı, bir küçücük küpten şarap diler mi?
  • آفتاب از ذره‌ای شد وام خواه  ** زهره‌ای از خمره‌ای شد جام‌خواه 
  • Sen keyfiyeti bilinmez bir cansın keyfiyet âlemine hapsedilmişsin. Sen bir güneşsin, bir ukdeye tutulmuşsun: işte bu, sana yakışmaz, yazık!
  • جان بی‌کیفی شده محبوس کیف  ** آفتابی حبس عقده اینت حیف 
  • Beyin tekrar onlara cevap vermesi
  • باز جواب گفتن آن امیر ایشان را 
  • Bey dedi ki: Hayır hayır.. Ben, o şarabın adamıyım. Ben, bu hoşluktan alınan zevke kanaat edemem.
  • گفت نه نه من حریف آن میم  ** من به ذوق این خوشی قانع نیم 
  • Ben yasemin gibi olmayı, gah şöyle, gah böyle eğilip bükülmeyi isterim.
  • من چنان خواهم که هم‌چون یاسمین  ** کژ همی‌گردم چنان گاهی چنین 
  • 3585Bütün korkulardan, bütün ümitlerden kurtulup söğüt gibi her yana eğilmeliyim. 3585
  • وارهیده از همه خوف و امید  ** کژ همی‌گردم بهر سو هم‌چو بید 
  • Söğüt dalı gibi sağa sola dönmeli, onun gibi rüzgârda çeşit çeşit oynamalıyım.
  • هم‌چو شاخ بید گردان چپ و راست  ** که ز بادش گونه گونه رقصهاست 
  • Şarabın verdiği neşeye alışan, nerden bu neşeyi beğenecek hey hocam!
  • آنک خو کردست با شادی می  ** این خوشی را کی پسندد خواجه کی 
  • Peygamberler, Tanrı neşesine dalmışlardı, onunla yoğrulmuşlardı da onun için bu neşeden vazgeçtiler.
  • انبیا زان زین خوشی بیرون شدند  ** که سرشته در خوشی حق بدند 
  • Onların canları, o neşeyi gördüğünden onlara bu neşeler, oyuncak görünmüştü.
  • زانک جانشان آن خوشی را دیده بود  ** این خوشیها پیششان بازی نمود 
  • Diri olan bir güzelliğe dostluk eden, artık ölüyü nasıl kucaklar? 3590
  • با بت زنده کسی چون گشت یار  ** مرده را چون در کشد اندر کنار 
  • "Bilseniz ahiret, ebedî hayat yurdudur" âyetinin tefsiri. Yani o âlemin kapısı, duvarı, suyu, testisi, meyvası, ağacı hep diridir. Söz söyler ve söz duyar. Onun için Mustafa aleyhisselâm "Dünya bir leştir, onu istiyenler de köpeklerdir" buyurdu. Ahirette dirilik olmasaydı o da leş olurdu. Leşe, ölü olduğundan leş derler, pis kokusundan ve mundarlığından değil.
  • تفسیر این آیت که و ان الدار الاخرة لهی الحیوان لوکانوا یعلمون کی در و دیوار و عرصه‌ی آن عالم و آب و کوزه و میوه و درخت همه زنده‌اند و سخن‌گوی و سخن‌شنو و جهت آن فرمود مصطفی علیه السلام کی الدنیا جیفه و طلابها کلاب و اگر آخرت را حیات نبودی آخرت هم جیفه بودی جیفه را برای مردگیش جیفه گویند نه برای بوی زشت و فرخجی 
  • O âlem, zerre zerre diridir. Her zerresi nükteden anlar, söz söyler.
  • آن جهان چون ذره ذره زنده‌اند  ** نکته‌دانند و سخن گوینده‌اند 
  • Onlar, ölü olan cihanda oturmaz, dinlemezler. Çünkü ot, ancak hayvanlara lâyıktır.
  • در جهان مرده‌شان آرام نیست  ** کین علف جز لایق انعام نیست