- Kim, gül bahçesinde meclis kurar, yurt tutarsa külhanda şarap içer mi hiç?
- هر که را گلشن بود بزم و وطن ** کی خورد او باده اندر گولخن
- Pak ruhun makamı, illiyyin'dir. Pislikte yurt edinense kurttur.
- جای روح پاک علیین بود ** کرم باشد کش وطن سرگین بود
- Tanrı mahmuruna tertemiz şarap kadehi sunulur. Bu kör kuşlaraysa şu kara ve tuzlu su. 3595
- بهر مخمور خدا جام طهور ** بهر این مرغان کور این آب شور
- Kime Ömer'in adaleti, el vermezse onca kanlı kaatil Haccac, âdildir.
- هر که عدل عمرش ننمود دست ** پیش او حجاج خونی عادلست
- Kızlara cansız bebekleri oyuncak diye verirler. Çünkü onlar, diri oyuncaktan bir şey anlamazlar ki.
- دختران را لعبت مرده دهند ** که ز لعب زندگان بیآگهند
- Küçük erkek çocuklar, erliklerinden bir şey anlamazlar, güçleri kuvvetleri yoktur. Onun için onlara tahta kılıç daha yeğdir.
- چون ندارند از فتوت زور و دست ** کودکان را تیغ چوبین بهترست
- Kâfirler, peygamberlerin kiliselerde yapılmış olan resimleriyle kanaat ederler.
- کافران قانع بنقش انبیا ** که نگاریدهست اندر دیرها
- Fakat o ay parçaları, bizim için apaydın olduğundan resimlerine aldırış bile etmeyiz. 3600
- زان مهان ما را چو دور روشنیست ** هیچمان پروای نقش سایه نیست
- Onların birer sureti, bu âlemdedir ama birer sureti de ay gibi gökyüzündedir.
- این یکی نقشش نشسته در جهان ** وآن دگر نقشش چو مه در آسمان
- Bu suretteki ağızları, onlarla düşüp kalkanla konuşur, nükteler söyler. O suretteki ağızları ise Tanrı ile konuşur.
- این دهانش نکتهگویان با جلیس ** و آن دگر با حق به گفتار و انیس
- Görünen kulak, bu sözü duyar, beller. Can kulağıysa Kün emrinin sırlarını işitir.
- گوش ظاهر این سخن را ضبط کن ** گوش جانش جاذب اسرار کن
- Ten gözü, insanın şeklini görür, beller. Can gözü, Mazagalbasar sırrını görür, hayran olur.
- چشم ظاهر ضابط حلیهی بشر ** چشم سر حیران مازاغ البصر
- Görünen ayak, mescit safında durur, mâna ayağı, göğün üstünde tavafta bulunur. 3605
- پای ظاهر در صف مسجد صواف ** پای معنی فوق گردون در طواف
- İşte her cüz'ü böyle say... bu, vakit içindedir, zamana bağlıdır, oysa ondan da hariçtir.
- جزو جزوش را تو بشمر همچنین ** این درون وقت و آن بیرون حین
- Zamana bağlı olan, ecele kadar durur, öbürüyse, ebediyete dost, ezele eştir.
- این که در وقتست باشد تا اجل ** وان دگر یار ابد قرن ازل
- Bir adı iki devlet sahibidir, bir sıfatı iki kıble imamı.
- هست یک نامش ولی الدولتین ** هست یک نعتش امام القبلتین
- Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
- خلوت و چله برو لازم نماند ** هیچ غیمی مر ورا غایم نماند
- Halvet yurdu, güneş değirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir? 3610
- قرص خورشیدست خلوتخانهاش ** کی حجاب آرد شب بیگانهاش
- Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı.
- علت و پرهیز شد بحران نماند ** کفر او ایمان شد و کفران نماند
- Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiştir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır.
- چون الف از استقامت شد به پیش ** او ندارد هیچ از اوصاف خویش
- Kendi huylarından çıkmış tek olmuş... canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmiştir.
- گشت فرد از کسوهی خوهای خویش ** شد برهنه جان به جانافزای خویش
- O tek ve benzersiz, eşsiz örneksiz padişahın huzuruna çırçıplak gidince padişah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise giydirmiştir.
- چون برهنه رفت پیش شاه فرد ** شاهش از اوصاف قدسی جامه کرد
- Padişahın sıfatlarından bir elbiseye bürünmüş, kuyudan mevki ve ikbal sayvanının üstüne uçmuştur. 3615
- خلعتی پوشید از اوصاف شاه ** بر پرید از چاه بر ایوان جاه
- Tortulu bir şey saf oldu mu böyle olur. Tıpkı onun gibi o da tasın dibinden üstüne çıkmıştır.
- این چنین باشد چو دردی صاف گشت ** از بن طشت آمد او بالای طشت
- Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karışmış, o şomluk onu bulandırmıştı.
- در بن طشت از چه بود او دردناک ** شومی آمیزش اجزای خاک