- Bu suretteki ağızları, onlarla düşüp kalkanla konuşur, nükteler söyler. O suretteki ağızları ise Tanrı ile konuşur.
- این دهانش نکتهگویان با جلیس ** و آن دگر با حق به گفتار و انیس
- Görünen kulak, bu sözü duyar, beller. Can kulağıysa Kün emrinin sırlarını işitir.
- گوش ظاهر این سخن را ضبط کن ** گوش جانش جاذب اسرار کن
- Ten gözü, insanın şeklini görür, beller. Can gözü, Mazagalbasar sırrını görür, hayran olur.
- چشم ظاهر ضابط حلیهی بشر ** چشم سر حیران مازاغ البصر
- Görünen ayak, mescit safında durur, mâna ayağı, göğün üstünde tavafta bulunur. 3605
- پای ظاهر در صف مسجد صواف ** پای معنی فوق گردون در طواف
- İşte her cüz'ü böyle say... bu, vakit içindedir, zamana bağlıdır, oysa ondan da hariçtir.
- جزو جزوش را تو بشمر همچنین ** این درون وقت و آن بیرون حین
- Zamana bağlı olan, ecele kadar durur, öbürüyse, ebediyete dost, ezele eştir.
- این که در وقتست باشد تا اجل ** وان دگر یار ابد قرن ازل
- Bir adı iki devlet sahibidir, bir sıfatı iki kıble imamı.
- هست یک نامش ولی الدولتین ** هست یک نعتش امام القبلتین
- Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
- خلوت و چله برو لازم نماند ** هیچ غیمی مر ورا غایم نماند
- Halvet yurdu, güneş değirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir? 3610
- قرص خورشیدست خلوتخانهاش ** کی حجاب آرد شب بیگانهاش
- Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı.
- علت و پرهیز شد بحران نماند ** کفر او ایمان شد و کفران نماند
- Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiştir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır.
- چون الف از استقامت شد به پیش ** او ندارد هیچ از اوصاف خویش
- Kendi huylarından çıkmış tek olmuş... canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmiştir.
- گشت فرد از کسوهی خوهای خویش ** شد برهنه جان به جانافزای خویش
- O tek ve benzersiz, eşsiz örneksiz padişahın huzuruna çırçıplak gidince padişah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise giydirmiştir.
- چون برهنه رفت پیش شاه فرد ** شاهش از اوصاف قدسی جامه کرد
- Padişahın sıfatlarından bir elbiseye bürünmüş, kuyudan mevki ve ikbal sayvanının üstüne uçmuştur. 3615
- خلعتی پوشید از اوصاف شاه ** بر پرید از چاه بر ایوان جاه
- Tortulu bir şey saf oldu mu böyle olur. Tıpkı onun gibi o da tasın dibinden üstüne çıkmıştır.
- این چنین باشد چو دردی صاف گشت ** از بن طشت آمد او بالای طشت
- Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karışmış, o şomluk onu bulandırmıştı.
- در بن طشت از چه بود او دردناک ** شومی آمیزش اجزای خاک
- Hiç de hoş olmayan dost, onun kolunu kanadını bağlamıştı. Fakat o, aslında yüceydi.
- یار ناخوش پر و بالش بسته بود ** ورنه او در اصل بس برجسته بود
- "Yeryüzüne inin" sesi gelince onu Harut gibi baş aşağı asakodu.
- چون عتاب اهبطوا انگیختند ** همچو هاروتش نگون آویختند
- Harut, gökteki meleklerdendi, bir azar yüzünden öylece asılı kaldı. 3620
- بود هاروت از ملاک آسمان ** از عتابی شد معلق همچنان
- Baş aşağı asılı kalmasının sebebi, baştan çıkması, kendisini baş sanması ve yalnızca öne geçmeye kalkışmasıydı.
- سرنگون زان شد که از سر دور ماند ** خویش را سر ساخت و تنها پیش راند
- Sepet, kendisini suyla dolu görünce nazlandı, istiğnaya girişti de sudan çekildi hani.
- آن سپد خود را چو پر از آب دید ** کر استغنا و از دریا برید
- Fakat ciğerinde bir katrecik suyu bile kalmadı. Bunun üzerine deniz, acıdı da onu tekrar davet etti.
- بر جگر آبش یکی قطره نماند ** بحر رحمت کرد و او را باز خواند
- Denizden sebepsiz bir hizmet karşılığı olmaksızın rahmet gelir. Bu, ne kutlu andır.
- رحمتی بیعلتی بیخدمتی ** آید از دریا مبارک ساعتی
- Tanrı hakkı için denizin etrafında dönüp dolaşmak, denizde gezenlerin yüzleri, sarı olsa bile aldırış etmemek gerek. 3625
- الله الله گرد دریابار گرد ** گرچه باشند اهل دریابار زرد
- Denizin etrafında dönüp dolaşmak ki Tanrı’nın lûtfu, bağışlaması gelip çatıversin de sararmış yüz, bir mücevher bularak kızarsın.
- تا که آید لطف بخشایشگری ** سرخ گردد روی زرد از گوهری