- Ona ne halvetin lüzumu vardır, ne çilenin. Hiçbir bulut, onu örtemez.
- خلوت و چله برو لازم نماند ** هیچ غیمی مر ورا غایم نماند
- Halvet yurdu, güneş değirmisidir, artık ona nasıl olur da yabancı gece, perde kesilir? 3610
- قرص خورشیدست خلوتخانهاش ** کی حجاب آرد شب بیگانهاش
- Hastalık ve perhiz zamanı geçti, buhran kalmadı. Küfür, iman oldu, küfran kalmadı.
- علت و پرهیز شد بحران نماند ** کفر او ایمان شد و کفران نماند
- Elif gibi, doğruluğu yüzünden öne geçmiştir. Onda kendi sıfatlarından hiçbir şey kalmamıştır.
- چون الف از استقامت شد به پیش ** او ندارد هیچ از اوصاف خویش
- Kendi huylarından çıkmış tek olmuş... canı, canına can katan sevgiliyse çırçıplak bir hale gelmiştir.
- گشت فرد از کسوهی خوهای خویش ** شد برهنه جان به جانافزای خویش
- O tek ve benzersiz, eşsiz örneksiz padişahın huzuruna çırçıplak gidince padişah, ona kendi kutlu sıfatlarından bir elbise giydirmiştir.
- چون برهنه رفت پیش شاه فرد ** شاهش از اوصاف قدسی جامه کرد
- Padişahın sıfatlarından bir elbiseye bürünmüş, kuyudan mevki ve ikbal sayvanının üstüne uçmuştur. 3615
- خلعتی پوشید از اوصاف شاه ** بر پرید از چاه بر ایوان جاه
- Tortulu bir şey saf oldu mu böyle olur. Tıpkı onun gibi o da tasın dibinden üstüne çıkmıştır.
- این چنین باشد چو دردی صاف گشت ** از بن طشت آمد او بالای طشت
- Tasın dibindeyken tortuluydu, toprak cüzülerı, ona karışmış, o şomluk onu bulandırmıştı.
- در بن طشت از چه بود او دردناک ** شومی آمیزش اجزای خاک
- Hiç de hoş olmayan dost, onun kolunu kanadını bağlamıştı. Fakat o, aslında yüceydi.
- یار ناخوش پر و بالش بسته بود ** ورنه او در اصل بس برجسته بود
- "Yeryüzüne inin" sesi gelince onu Harut gibi baş aşağı asakodu.
- چون عتاب اهبطوا انگیختند ** همچو هاروتش نگون آویختند
- Harut, gökteki meleklerdendi, bir azar yüzünden öylece asılı kaldı. 3620
- بود هاروت از ملاک آسمان ** از عتابی شد معلق همچنان
- Baş aşağı asılı kalmasının sebebi, baştan çıkması, kendisini baş sanması ve yalnızca öne geçmeye kalkışmasıydı.
- سرنگون زان شد که از سر دور ماند ** خویش را سر ساخت و تنها پیش راند
- Sepet, kendisini suyla dolu görünce nazlandı, istiğnaya girişti de sudan çekildi hani.
- آن سپد خود را چو پر از آب دید ** کر استغنا و از دریا برید
- Fakat ciğerinde bir katrecik suyu bile kalmadı. Bunun üzerine deniz, acıdı da onu tekrar davet etti.
- بر جگر آبش یکی قطره نماند ** بحر رحمت کرد و او را باز خواند
- Denizden sebepsiz bir hizmet karşılığı olmaksızın rahmet gelir. Bu, ne kutlu andır.
- رحمتی بیعلتی بیخدمتی ** آید از دریا مبارک ساعتی
- Tanrı hakkı için denizin etrafında dönüp dolaşmak, denizde gezenlerin yüzleri, sarı olsa bile aldırış etmemek gerek. 3625
- الله الله گرد دریابار گرد ** گرچه باشند اهل دریابار زرد
- Denizin etrafında dönüp dolaşmak ki Tanrı’nın lûtfu, bağışlaması gelip çatıversin de sararmış yüz, bir mücevher bularak kızarsın.
- تا که آید لطف بخشایشگری ** سرخ گردد روی زرد از گوهری
- Yüzün sarı rengi, renklerin en iyisidir. Çünkü o yüze kavuşmayı beklemektedir.
- زردی رو بهترین رنگهاست ** زانک اندر انتظار آن لقاست
- Fakat bir adamın yüzünde parlayıp duran kırmızılık, o adamın canının, bulunduğuna kani olmasındandır.
- لیک سرخی بر رخی که آن لامعست ** بهر آن آمد که جانش قانعست
- Halbuki insanı zayıflatan, alçaltan, sarartıp solduran tamahtır. Bu solgunluk ve arıklık, bedene ait illetlerden değildir.
- که طمع لاغر کند زرد و ذلیل ** نیست او از علت ابدان علیل
- Hastalıksız bir sarı yüz görse Calinas'un bile aklı şaşar. 3630
- چون ببیند روی زرد بیسقم ** خیره گردد عقل جالینوس هم
- Fakat tamahı bağladın mı Tanrı nurlarına dalarsın. Mustafa, bunun için "Tamaha düşenin nefsi alçalır" demiştir.
- چون طمع بستی تو در انوار هو ** مصطفی گوید که ذلت نفسه
- Gölgesiz nur, lâtiftir, yücedir. Kafes kafes vuran nura, bir kalburdan aksetmededir. O kafes şeklindeki gölge, kalburun gölgesidır.
- نور بیسایه لطیف و عالی است ** آن مشبک سایهی غربالی است
- Âşıklar, bedenlerinin çıplak olmasını isterler. Fakat erkekliği olmıyana ha elbise olmuş, ha olmamış!
- عاشقان عریان همیخواهند تن ** پیش عنینان چه جامه چه بدن