English    Türkçe    فارسی   

5
363-387

  • Sofi saflığı dileyen kişidir. Sofilik, sof elbiseyle, terzilikle, yavaş yavaş yürümekle olmaz.
  • هست صوفی آنک شد صفوت‌طلب  ** نه از لباس صوف و خیاطی و دب 
  • Fakat bu alçak ve aşağılık kişilerce sofuluk, terzilikten ve oğlancılıktan ibarettir.
  • صوفیی گشته به پیش این لام  ** الخیاطه واللواطه والسلام 
  • Fakat o saflık, o iyi ad, san hayaliyle bu renge bürünmek de iyidir ama, 365
  • بر خیال آن صفا و نام نیک  ** رنگ پوشیدن نکو باشد ولیک 
  • O hayalle asla kadar gitmek şartıyla. Kat kat hayale tapanlar gibi değil.
  • بر خیالش گر روی تا اصل او  ** نی چو عباد خیال تو به تو 
  • Hayal, seni güzellik otağının çevresine sokulmaktan men eden gayret çavuşudur.
  • دور باش غیرتت آمد خیال  ** گرد بر گرد سراپرده‌ی جمال 
  • O, her arayanın yolunu, yol yok, diye keser. Onun hayali geldi mi, sana, dur, der.
  • بسته هر جوینده را که راه نیست  ** هر خیالش پیش می‌آید بیست 
  • Ancak kulağı delik ve anlayışlı kişiyi durdurmaz. Çünkü o, Allah yardımı askerine sığınmış, o sayede coşup köpürmüştür.
  • جز مگر آن تیزکوش تیزهوش  ** کش بود از جیش نصرتهاش جوش 
  • O, ne hayallerden ürker, sıçrar, ne de padişahlık taslar. Padişahın nişane olarak verdiği oku gösterir, yoluna gider. 370
  • نجهد از تخییلها نی شه شود  ** تیر شه بنماید آنگه ره شود 
  • Allahm, bu şaşkın gönle bir ok bağışla, bu iki kat olmuş yaylara bir ok ver.
  • این دل سرگشته را تدبیر بخش  ** وین کمانهای دوتو را تیر بخش 
  • Uluların içtikleri o gizli kadehten yeryüzüne bir yudumcuk saçtın.
  • جرعه‌ای بر ریختی زان خفیه جام  ** بر زمین خاک من کاس الکرام 
  • Güzellerin saçlarında, yüzlerinde o bir yudumcuk şarabın nişanesi var. Padişahlar, bu yüzden topraktan meydana gelen güzelleri yalar dururlar.
  • هست بر زلف و رخ از جرعه‌ش نشان  ** خاک را شاهان همی‌لیسند از آن 
  • Gece gündüz yüzlerce gönülle o topraktan meydana gelen güzeli öpüp durman, onda güzelliğin bir zerresi bulunduğundandır.
  • جرعه حسنست اندر خاک گش  ** که به صد دل روز و شب می‌بوسیش 
  • Seni, toprakla karışmış bir yudumcuk güzellik şarabı böyle deli divane ediyor, artık onun safı neler yapmaz? 375
  • جرعه خاک آمیز چون مجنون کند  ** مر ترا تا صاف او خود چون کند 
  • Herkes bir kerpiç parçasının önünde yenini, yakasını yırtmakta. Halbuki o kerpiç, güzelliğin bir yudumcuğuna, bir zerreciğine sahip.
  • هر کسی پیش کلوخی جامه‌چاک  ** که آن کلوخ از حسن آمد جرعه‌ناک 
  • Ayda, güneşte, hamel burcunda bir yudumcuk güzellik şarabı var. Arşta kürsüde, zuhal yıldızında bir zerrecik güzellik var.
  • جرعه‌ای بر ماه و خورشید و حمل  ** جرعه‌ای بر عرش و کرسی و زحل 
  • Ona bir yudum mu dersin, yoksa şaşılacak bir şey bu kimya mı dersin? Ona bir sürtünmekle bu kadar güzellikler meydana geliyor.
  • جرعه گوییش ای عجب یا کیمیا  ** که ز اسیبش بود چندین بها 
  • Ey akıllı kişi ona sürtünmeyi can ve gönülden dile. Fakat bu kimyaya “Ancak temiz olanlar dokunabilirler.”
  • جد طلب آسیب او ای ذوفنون  ** لا یمس ذاک الا المطهرون 
  • Altında, lâ’lde, incilerde o güzellik şarabından bir yudumcuk var; şarapta, mezede, meyvede o şaraptan bir yudumcuk! 380
  • جرعه‌ای بر زر و بر لعل و درر  ** جرعه‌ای بر خمر و بر نقل و ثمر 
  • Tertemiz güzellerin yüzlerinde de yine bir yudumcuk. Artık onun süzülmüş ve saf olanı nasıldır? Bir düşün!
  • جرعه‌ای بر روی خوبان لطاف  ** تا چگونه باشد آن راواق صاف 
  • Bu toprakla karışık bir yudumcuk şarabı yalayıp durmaktasın, onu toprağa karışmamış, saf bir halde görürsen ne hale geleceksin?
  • چون همی مالی زبان را اندرین  ** چون شوی چون بینی آن را بی ز طین 
  • Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
  • چونک وقت مرگ آن جرعه‌ی صفا  ** زین کلوخ تن به مردن شد جدا 
  • Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormuş!
  • آنچ می‌ماند کنی دفنش تو زود  ** این چنین زشتی بدان چون گشته بود 
  • Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki! 385
  • جان چو بی این جیفه بنماید جمال  ** من نتانم گفت لطف آن وصال 
  • Ay, şu bulut olmaksızın ışık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
  • مه چو بی‌این ابر بنماید ضیا  ** شرح نتوان کرد زان کار و کیا 
  • Ne hoştur o tatlılarla, şekerlerle dolu olan mutfak. Şu padişahlar o mutfağı yalayıp dururlar.
  • حبذا آن مطبخ پر نوش و قند  ** کین سلاطین کاسه‌لیسان ویند