- Bu toprakla karışık bir yudumcuk şarabı yalayıp durmaktasın, onu toprağa karışmamış, saf bir halde görürsen ne hale geleceksin?
- چون همی مالی زبان را اندرین ** چون شوی چون بینی آن را بی ز طین
- Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
- چونک وقت مرگ آن جرعهی صفا ** زین کلوخ تن به مردن شد جدا
- Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormuş!
- آنچ میماند کنی دفنش تو زود ** این چنین زشتی بدان چون گشته بود
- Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki! 385
- جان چو بی این جیفه بنماید جمال ** من نتانم گفت لطف آن وصال
- Ay, şu bulut olmaksızın ışık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
- مه چو بیاین ابر بنماید ضیا ** شرح نتوان کرد زان کار و کیا
- Ne hoştur o tatlılarla, şekerlerle dolu olan mutfak. Şu padişahlar o mutfağı yalayıp dururlar.
- حبذا آن مطبخ پر نوش و قند ** کین سلاطین کاسهلیسان ویند
- Ne güzeldir o din ovasının harmanı. Her harman oradan başak devşirir.
- حبذا آن خرمن صحرای دین ** که بود هر خرمن آن را دانهچین
- Ne alâdır gamsız, kedersiz ömür denizi. Yedi denizde ondan meydana gelmiş bir çiğ tanesidir.
- حبذا دریای عمر بیغمی ** که بود زو هفت دریا شبنمی
- Elest sakisi, şu aşağılık ve çorak yeryüzünde bir yudumcuk saçmıştır da, 390
- جرعهای چون ریخت ساقی الست ** بر سر این شوره خاک زیردست
- Toprak, o sebeple coşmuştur; biz de o yüzden coştuk. Allahm, pek isteksiz, pek tembel olduk, bir yudumcuk daha saç!
- جوش کرد آن خاک و ما زان جوششیم ** جرعهی دیگر که بس بیکوششیم
- Caizse yokluktan feryat ediyor, yokluğu anlatmaya çalışıyorum. Caiz değilse işte sustum.
- گر روا بد ناله کردم از عدم ** ور نبود این گفتنی نک تن زدم
- Bu, iki kat hırsı anlatmaydı ya... Halil’den öğren o hırs kazını kesmek gerek.
- این بیان بط حرص منثنیست ** از خلیل آموز که آن بط کشتنیست
- Kazada bundan başka daha bir çok hayır, şer var ama başka sözleri söyleyemem, vakit kalmaz diye ürküyorum.
- هست در بط غیر این بس خیر و شر ** ترسم از فوت سخنهای دگر
- Tavus kuşunun tabiatı ve İbrahim aleyhisselam’ın onu kesmesindeki sebep
- صفت طاوس و طبع او و سبب کشتن ابراهیم علیهالسلام او را
- Şimdi ad san için cilvelenip duran iki renkli tavusa geldik. 395
- آمدیم اکنون به طاوس دورنگ ** کو کند جلوه برای نام و ننگ
- Onun gayreti, sonucundan ve faydasından habersiz bir halde halkı, hayırla şerle avlamaktır.
- همت او صید خلق از خیر و شر ** وز نتیجه و فایدهی آن بیخبر
- Tuzak gibi av tutup durur. Tuzağın maksada ait ne bilgisi vardır?
- بیخبر چون دام میگیرد شکار ** دام را چه علم از مقصود کار
- Tuzağın, av tutmaktan ne zararı vardır, ne faydası; onun bu beyhude tutuşuna şaşarım işte ben.
- دام را چه ضر و چه نفع از گرفت ** زین گرفت بیهدهش دارم شگفت
- Kardeş, iki yüz güzelle bağdaştın, dost oldun, sonra yine onları terk ettin.
- ای برادر دوستان افراشتی ** با دو صد دلداری و بگذاشتی
- Doğduğun günden beri işin bu. Sevgi tuzağıyla adam avlar durursun. 400
- کارت این بودست از وقت ولاد ** صید مردم کردن از دام وداد
- Bu avlamaktan, bu kalabalıktan, bu başlık sevdasından el çek. Hiç bunlarla bir şey ördün, bu yüzden bir şey elde ettin mi?
- زان شکار و انبهی و باد و بود ** دست در کن هیچ یابی تار و پود
- Ömrünün çoğu geçti, gün akşama yaklaştı. Sense hala adam avlamaya koyulmuşsun.
- بیشتر رفتست و بیگاهست روز ** تو به جد در صید خلقانی هنوز
- Onu tut, bunu tuzaktan azat et. Alçaklar gibi bir başkasını avla.
- آن یکی میگیر و آن میهل ز دام ** وین دگر را صید میکن چون لام
- Derken bunu da bırak, başka birini ara... Bu işte tam hiçbir şeyden haberi olmayan çocukların oynadığı bir oyun!
- باز این را میهل و میجو دگر ** اینت لعب کودکان بیخبر
- Gece gelip çatar, tuzağında bir av bile yok. Tuzak sana, bir baş ağrısından, bir bağdan başka bir şey değil. 405
- شب شود در دام تو یک صید نی ** دام بر تو جز صداع و قید نی
- Şu halde sen, kendi kendini avladın demektir. Çünkü, hapse düştün, maksada erişemedin, mahrum kaldın.
- پس تو خود را صید میکردی به دام ** که شدی محبوس و محرومی ز کام