English    Türkçe    فارسی   

5
3900-3924

  • Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. Bu âlemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at. 3900
  • منتظر در غیب جان مرد و زن  ** مول مولت چیست زوتر گام زن 
  • O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına. düştü işte.
  • راه گم کرد او از آن صبح دروغ  ** چون مگس افتاد اندر دیگ دوغ 
  • Başkomutanın, yaptığı cinayetten pişman olarak o halayıkcağıza, bu işi Halifeye söylememesi için ant vermesi
  • پشیمان شدن آن سرلشکر از آن خیانت کی کرد و سوگند دادن او آن کنیزک را کی به خلیفه باز نگوید از آنچ رفت 
  • Birkaç gün murat alıp murat verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu.
  • چند روزی هم بر آن بد بعد از آن  ** شد پشیمان او از آن جرم گران 
  • Ey güneş yüzlü, bu işe dair Halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi.
  • داد سوگندش کای خورشیدرو  ** با خلیفه زینچ شد رمزی مگو 
  • Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü.
  • چون ندید او را خلیفه مست گشت  ** پس ز بام افتاد او را نیز طشت 
  • Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi? 3905
  • دید صد چندان که وصفش کرده بود  ** کی بود خود دیده مانند شنود 
  • Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.
  • وصف تصویرست بهر چشم هوش  ** صورت آن چشم دان نه زان گوش 
  • Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, bâtıl ne?
  • کرد مردی از سخن‌دانی سال  ** حق و باطل چیست ای نیکو مقال 
  • O er, adamın kulağını tutup bu bâtıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakîni vardır.
  • گوش را بگرفت و گفت این باطلست  ** چشم حقست و یقینش حاصلست 
  • O, yani duymak, buna nispetle bâtıldır. emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir.
  • آن به نسبت باطل آمد پیش این  ** نسبتست اغلب سخنها ای امین 
  • Yarasa güneşten gizlenir, perde ardına girerse güneşin hayalinden gizlenmiş değildir. 3910
  • ز آفتاب ار کرد خفاش احتجاب  ** نیست محجوب از خیال آفتاب 
  • Korku, ona bir hayal verir. İşte o hayal, onu karanlığa çeker.
  • خوف او را خود خیالش می‌دهد  ** آن خیالش سوی ظلمت می‌کشد 
  • Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur.
  • آن خیال نور می‌ترساندش  ** بر شب ظلمات می‌چفساندش 
  • Sen, düşmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmışsındır.
  • از خیال دشمن و تصویر اوست  ** که تو بر چفسیده‌ای بر یار و دوست 
  • Ey Musa sana keşfedilen tecelli nurları, dağa vurdu. Fakat o hayaller kuran dağ, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi.
  • موسیا کشفت لمع بر که فراشت  ** آن مخیل تاب تحقیقت نداشت 
  • Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulaşacağını umma. 3915
  • هین مشو غره بدانک قابلی  ** مر خیالش را و زین ره واصلی 
  • Savaş hayalinden kimse korkmaz. Savaştan önce yiğitlik yoktur; bunu bil, kâfi.
  • از خیال حرب نهراسید کس  ** لا شجاعه قبل حرب این دان و بس 
  • Puşt da, savaş hayaline kapılır, aklından Rüstemler gibi yiğitlikler geçirir.
  • بر خیال حرب خیز اندر فکر  ** می‌کند چون رستمان صد کر و فر 
  • Hamam duvarına yapılan Rüstem resmine her ham kişi saldırabilir.
  • نقش رستم که آن به حمامی بود  ** قرن حمله فکر هر خامی بود 
  • Fakat duymadan meydana gelen bu hayal, göz önüne geldi mi puşt kim oluyor? Rüstem bile âciz kalır.
  • این خیال سمع چون مبصر شود  ** حیز چه بود رستمی مضطر شود 
  • Çalış da o duyduğun şeyi gör. Bâtıl olan hak olsun. 3920
  • جهد کن کز گوش در چشمت رود  ** آنچ که آن باطل بدست آن حق شود 
  • Ondan sonra kulağın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumağı gibi olan kulakların, göz kesilir.
  • زان سپس گوشت شود هم طبع چشم  ** گوهری گردد دو گوش هم‌چو یشم 
  • Hattâ bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir.
  • بلک جمله تن چو آیینه شود  ** جمله چشم و گوهر سینه شود 
  • Kulak, bir hayal meydana getirir, o hayal de O güzelliğin vuslatına miyancıdır.
  • گوش انگیزد خیال و آن خیال  ** هست دلاله‌ی وصال آن جمال 
  • Çalış, bu hayal çoğalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun'a kılavuzluk etsin.
  • جهد کن تا این خیال افزون شود  ** تا دلاله رهبر مجنون شود