English    Türkçe    فارسی   

5
3912-3936

  • Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur.
  • آن خیال نور می‌ترساندش  ** بر شب ظلمات می‌چفساندش 
  • Sen, düşmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmışsındır.
  • از خیال دشمن و تصویر اوست  ** که تو بر چفسیده‌ای بر یار و دوست 
  • Ey Musa sana keşfedilen tecelli nurları, dağa vurdu. Fakat o hayaller kuran dağ, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi.
  • موسیا کشفت لمع بر که فراشت  ** آن مخیل تاب تحقیقت نداشت 
  • Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulaşacağını umma. 3915
  • هین مشو غره بدانک قابلی  ** مر خیالش را و زین ره واصلی 
  • Savaş hayalinden kimse korkmaz. Savaştan önce yiğitlik yoktur; bunu bil, kâfi.
  • از خیال حرب نهراسید کس  ** لا شجاعه قبل حرب این دان و بس 
  • Puşt da, savaş hayaline kapılır, aklından Rüstemler gibi yiğitlikler geçirir.
  • بر خیال حرب خیز اندر فکر  ** می‌کند چون رستمان صد کر و فر 
  • Hamam duvarına yapılan Rüstem resmine her ham kişi saldırabilir.
  • نقش رستم که آن به حمامی بود  ** قرن حمله فکر هر خامی بود 
  • Fakat duymadan meydana gelen bu hayal, göz önüne geldi mi puşt kim oluyor? Rüstem bile âciz kalır.
  • این خیال سمع چون مبصر شود  ** حیز چه بود رستمی مضطر شود 
  • Çalış da o duyduğun şeyi gör. Bâtıl olan hak olsun. 3920
  • جهد کن کز گوش در چشمت رود  ** آنچ که آن باطل بدست آن حق شود 
  • Ondan sonra kulağın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumağı gibi olan kulakların, göz kesilir.
  • زان سپس گوشت شود هم طبع چشم  ** گوهری گردد دو گوش هم‌چو یشم 
  • Hattâ bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir.
  • بلک جمله تن چو آیینه شود  ** جمله چشم و گوهر سینه شود 
  • Kulak, bir hayal meydana getirir, o hayal de O güzelliğin vuslatına miyancıdır.
  • گوش انگیزد خیال و آن خیال  ** هست دلاله‌ی وصال آن جمال 
  • Çalış, bu hayal çoğalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun'a kılavuzluk etsin.
  • جهد کن تا این خیال افزون شود  ** تا دلاله رهبر مجنون شود 
  • O ahmak Halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül eğledi işte. 3925
  • آن خلیفه گول هم یک چند نیز  ** ریش گاوی کرد خوش با آن کنیز 
  • Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mademki bu saltanat, kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet, çaktı, söndü.
  • ملک را تو ملک غرب و شرق گیر  ** چون نمی‌ماند تو آن را برق گیر 
  • Ebedî kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil!
  • مملکت کان می‌نماند جاودان  ** ای دلت خفته تو آن را خواب دان 
  • Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki?
  • تا چه خواهی کرد آن باد و بروت  ** که بگیرد هم‌چو جلادی گلوت 
  • Bil ki bu âlemde de bir emniyet bucağı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz, zaten söz değildir.
  • هم درین عالم بدان که مامنیست  ** از منافق کم شنو کو گفت نیست 
  • Ahîreti inkâr edenlerin delilleri ve biz bu âlemden başka âlem görmüyoruz sözünden ibaret olan o delillerin zayıflığı
  • حجت منکران آخرت و بیان ضعف آن حجت زیرا حجت ایشان به دین باز می‌گردد کی غیر این نمی‌بینیم 
  • Ahireti inkâr edenin delili, her an ancak şudur: Eğer başka bir âlem olsaydı onu görürdük. 3930
  • حجتش اینست گوید هر دمی  ** گر بدی چیزی دگر هم دیدمی 
  • Bir çocuk, aklın eserlerini görmüyor diye akıllı adam, akla ait şeyleri nakletmez mi ki?
  • گر نبیند کودکی احوال عقل  ** عاقلی هرگز کند از عقل نقل 
  • Akıllı bir adam da aşk ahvalini görmezse aşkın kutlu ayı eksilmez ya!
  • ور نبیند عاقلی احوال عشق  ** کم نگردد ماه نیکوفال عشق 
  • Yusuf'un güzelliğini kardeşlerinin gözleri görmedi. Fakat Yakub'un gözünden gizli kalmadı ki.
  • حسن یوسف دیده‌ی اخوان ندید  ** از دل یعقوب کی شد ناپدید 
  • Musa'nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama gayb gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü.
  • مر عصا را چشم موسی چوب دید  ** چشم غیبی افعی و آشوب دید 
  • Baş göziyle can gözü savaştaydı, can gözü, üstün geldi, delil gösterdi 3935
  • چشم سر با چشم سر در جنگ بود  ** غالب آمد چشم سر حجت نمود 
  • Musa'nın gözü, elini el gördü ama can gözüne karşı o elden bit nurdur parladı.
  • چشم موسی دست خود را دست دید  ** پیش چشم غیب نوری بد پدید