English    Türkçe    فارسی   

5
441-465

  • Bilgisiz kişi, eşekliğinden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi olduğumdan ona acırım diye bağırıp durur.
  • بر من آرد رحم جاهل از خری  ** من برو رحم آرم از بینش‌وری 
  • Hele şu suların bile canı olan ateş yok mu? Pervanenin işi bizim işimizin aksi.
  • خاصه این آتش که جان آبهاست  ** کار پروانه به عکس کار ماست 
  • O nur görür ateşe atılır, gönül de ateş görür, nura dalar.
  • او ببینند نور و در ناری رود  ** دل ببیند نار و در نوری شود 
  • Ulu Allah’nın, Halil evladı kimdir, göresin diye böyle oyunları vardır.
  • این چنین لعب آمد از رب جلیل  ** تا ببینی کیست از آل خلیل 
  • Ateşe su şeklini vermişler, ateşin içinde de bir kaynaktır coşturmuşlardır. 445
  • آتشی را شکل آبی داده‌اند  ** واندر آتش چشمه‌ای بگشاده‌اند 
  • Bir büyücü büyüsüyle bir topluluk içinde pirinçle dolu sahanı, akreplerle dolu gösterir.
  • ساحری صحن برنجی را به فن  ** صحن پر کرمی کند در انجمن 
  • Evi, büyüsü ve nefesiyle akreplerle dolmuş gösterir ama onlar, sahici akrep değildir ki.
  • خانه را او پر ز کزدمها نمود  ** از دم سحر و خود آن کزدم نبود 
  • Büyücü bunun gibi yüzlerce hüner gösterdikten sonra artık düşün, büyücüyü yaratan, neler yapmaz?
  • چونک جادو می‌نماید صد چنین  ** چون بود دستان جادوآفرین 
  • Hasılı Allah büyüsü ile zaman, zaman nice kişiler, karı gibi alta yatmışlardır!
  • لاجرم از سحر یزدان قرن قرن  ** اندر افتادند چون زن زیر پهن 
  • Büyücüler ona kuldur, köledir. Hepsi de yont kuşu gibi tuzağa düşmüşlerdir. 450
  • ساحرانشان بنده بودند و غلام  ** اندر افتادند چون صعوه به دام 
  • Kendine gel de dalgalara benzer hilelerin nasıl baş aşağı olduğunu Kuran’ı okuyup anla, sihri halali gör.
  • هین بخوان قرآن ببین سحر حلال  ** سرنگونی مکرهای کالجبال 
  • Ben Firavun değilim ki Nil’e gideyim. Ben, Halil gibi ateşe giderim.
  • من نیم فرعون کایم سوی نیل  ** سوی آتش می‌روم من چون خلیل 
  • O ateş değildir, duru bir sudur. Halbuki öbürü hileyle ateş gibi bir su görünmededir.
  • نیست آتش هست آن ماء معین  ** وآن دگر از مکر آب آتشین 
  • İyi şeyleri caiz gören o Peygamber, ne de güzel söyledi: Bir zerre aklın oruçtan da yeğdir, namazdan da.
  • پس نکو گفت آن رسول خوش‌جواز  ** ذره‌ای عقلت به از صوم و نماز 
  • Çünkü, aklın cevherdir, bu ikisiyse araz. Bu ikisi, yani namaz ve oruç, onun tam olmasıyla farz olur. 455
  • زانک عقلت جوهرست این دو عرض  ** این دو در تکمیل آن شد مفترض 
  • Bu suretle de o aynanın cilalanması, ibadetle gönlün arınması mümkün olur.
  • تا جلا باشد مر آن آیینه را  ** که صفا آید ز طاعت سینه را 
  • Fakat ayna aslından bozuksa onu cilalamak güçtür, zor cilalanır.
  • لیک گر آیینه از بن فاسدست  ** صیقل او را دیر باز آرد به دست 
  • Cilalanabilecek seçilmiş aynaysa az bir cila ile parlar, azıcık bir cila ona kafidir.
  • وان گزین آیینه که خوش مغرس است  ** اندکی صیقل گری آن را بس است 
  • Mutezile, akıllar esasen birdir, buçukluk azlık, bilgiden, uğraşmadan ve sınamadan meydana gelir derler. Onların hilafına olarak akılların, yaradılışta birbirine uygun olmaması
  • تفاوت عقول در اصل فطرت خلاف معتزله کی ایشان گویند در اصل عقول جز وی برابرند این افزونی و تفاوت از تعلم است و ریاضت و تجربه 
  • Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göğe kadardır.
  • این تفاوت عقلها را نیک دان  ** در مراتب از زمین تا آسمان 
  • Akıl vardır güneş gibi. Akıl vardır, zuhre yıldızından da aşağıdır, yıldız akmasından da. 460
  • هست عقلی هم‌چو قرص آفتاب  ** هست عقلی کمتر از زهره و شهاب 
  • Akıl vardır, bir sarhoş mumu gibi, akıl vardır, bir ateş kıvılcımı gibi.
  • هست عقلی چون چراغی سرخوشی  ** هست عقلی چون ستاره‌ی آتشی 
  • O güneş gibi aklın önünden bulut kalktı mı Allah’nın nurunu gören akıllar faydalanırlar.
  • زانک ابر از پیش آن چون وا جهد  ** نور یزدان‌بین خردها بر دهد 
  • Aklı cüzi aklın adını kötüye çıkarmıştır. Dünya muradı insanı muratsız bir hale getirmiştir.
  • عقل جزوی عقل را بدنام کرد  ** کام دنیا مرد را بی‌کام کرد 
  • O, bir avdan avcının güzelliğini görmüştür. Bu avcılığa düşmüş, bu yüzden bir avın derdine uğramıştır.
  • آن ز صیدی حسن صیادی بدید  ** وین ز صیادی غم صیدی کشید 
  • O, hizmetle hizmet edilme nazına erişmiştir; bu, kendisine hizmet edilmeyi dilemiş, yüce yolundan geri dönmüştür. 465
  • آن ز خدمت ناز مخدومی بیافت  ** وآن ز مخدومی ز راه عز بتافت