- Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.
- جز به ضد ضد را همی نتوان شناخت ** چون ببیند زخم بشناسد نواخت
- Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir. 600
- لاجرم دنیا مقدم آمدست ** تا بدانی قدر اقلیم الست
- Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder durursun.
- چون ازینجا وا رهی آنجا روی ** در شکرخانهی ابد شاکر شوی
- Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormuşum.
- گویی آنجا خاک را میبیختم ** زین جهان پاک میبگریختم
- Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.
- ای دریغا پیش ازین بودیم اجل ** تا عذابم کم بدی اندر وجل
- Rasul aleyhisselam’ın “Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemiş sayılır. İyiyse iyiliğe ulaşmaya acele eder, kötüyse kötülüğünün azalmasını diler” hadisinin tefsiri
- در تفسیر قول رسول علیهالسلام ما مات من مات الا و تمنی ان یموت قبل ما مات ان کان برا لیکون الی وصول البر اعجل و ان کان فاجرا لیقل فجوره
- İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse,
- زین بفرمودست آن آگه رسول ** که هر آنک مرد و کرد از تن نزول
- Öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer. 605
- نبود او را حسرت نقلان و موت ** لیک باشد حسرت تقصیر و فوت
- Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
- هر که میرد خود تمنی باشدش ** که بدی زین پیش نقل مقصدش
- Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.
- گر بود بد تا بدی کمتر بدی ** ور تقی تا خانه زوتر آمدی
- Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormuşum.
- گوید آن بد بیخبر میبودهام ** دم به دم من پرده میافزودهام
- Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmuştur.
- گر ازین زودتر مرا معبر بدی ** این حجاب و پردهام کمتر بدی
- Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az incit. 610
- از حریصی کم دران روی قنوع ** وز تکبر کم دران چهرهی خشوع
- Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim cemalini az parala.
- همچنین از بخل کم در روی جود ** وز بلیسی چهرهی خوب سجود
- O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
- بر مکن آن پر خلد آرای را ** بر مکن آن پر رهپیمای را
- Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
- چون شنید این پند در وی بنگریست ** بعد از آن در نوحه آمد میگریست
- O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
- نوحه و گریهی دراز دردمند ** هر که آنجا بود بر گریهش فکند
- Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu. 615
- وآنک میپرسید پر کندن ز چیست ** بیجوابی شد پشیمان میگریست
- Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
- کز فضولی من چرا پرسیدمش ** او ز غم پر بود شورانیدمش
- Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
- میچکید از چشم تر بر خاک آب ** اندر آن هر قطره مدرج صد جواب
- Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.
- گریهی با صدق بر جانها زند ** تا که چرخ و عرش را گریان کند
- Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar.
- عقل و دلها بیگمان عرشیاند ** در حجاب از نور عرشی میزیند
- Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.
- در بیان آنک عقل و روح در آب و گل محبوساند همچون هاروت و ماروت در چاه بابل
- Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar. 620
- همچو هاروت و چو ماروت آن دو پاک ** بستهاند اینجا به چاه سهمناک
- Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar.
- عالم سفلی و شهوانی درند ** اندرین چه گشتهاند از جرمبند
- İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler.
- سحر و ضد سحر را بیاختیار ** زین دو آموزند نیکان و شرار
- Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
- لیک اول پند بدهندش که هین ** سحر را از ما میاموز و مچین