- Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
- هر که میرد خود تمنی باشدش ** که بدی زین پیش نقل مقصدش
- Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.
- گر بود بد تا بدی کمتر بدی ** ور تقی تا خانه زوتر آمدی
- Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormuşum.
- گوید آن بد بیخبر میبودهام ** دم به دم من پرده میافزودهام
- Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmuştur.
- گر ازین زودتر مرا معبر بدی ** این حجاب و پردهام کمتر بدی
- Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az incit. 610
- از حریصی کم دران روی قنوع ** وز تکبر کم دران چهرهی خشوع
- Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim cemalini az parala.
- همچنین از بخل کم در روی جود ** وز بلیسی چهرهی خوب سجود
- O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
- بر مکن آن پر خلد آرای را ** بر مکن آن پر رهپیمای را
- Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
- چون شنید این پند در وی بنگریست ** بعد از آن در نوحه آمد میگریست
- O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
- نوحه و گریهی دراز دردمند ** هر که آنجا بود بر گریهش فکند
- Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu. 615
- وآنک میپرسید پر کندن ز چیست ** بیجوابی شد پشیمان میگریست
- Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
- کز فضولی من چرا پرسیدمش ** او ز غم پر بود شورانیدمش
- Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
- میچکید از چشم تر بر خاک آب ** اندر آن هر قطره مدرج صد جواب
- Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır.
- گریهی با صدق بر جانها زند ** تا که چرخ و عرش را گریان کند
- Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar.
- عقل و دلها بیگمان عرشیاند ** در حجاب از نور عرشی میزیند
- Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.
- در بیان آنک عقل و روح در آب و گل محبوساند همچون هاروت و ماروت در چاه بابل
- Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar. 620
- همچو هاروت و چو ماروت آن دو پاک ** بستهاند اینجا به چاه سهمناک
- Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar.
- عالم سفلی و شهوانی درند ** اندرین چه گشتهاند از جرمبند
- İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler.
- سحر و ضد سحر را بیاختیار ** زین دو آموزند نیکان و شرار
- Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
- لیک اول پند بدهندش که هین ** سحر را از ما میاموز و مچین
- Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt verirler.
- ما بیاموزیم این سحر ای فلان ** از برای ابتلا و امتحان
- Sınamada şart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da ihtiyar olamaz. 625
- که امتحان را شرط باشد اختیار ** اختیاری نبودت بیاقتدار
- İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir.
- میلها همچون سگان خفتهاند ** اندریشان خیر و شر بنهفتهاند
- Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi yatakalmışlardır.
- چونک قدرت نیست خفتند این رده ** همچو هیزمپارهها و تنزده
- Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu üfürür.
- تا که مرداری در آید در میان ** نفخ صور حرص کوبد بر سگان
- O sokakta bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır.
- چون در آن کوچه خری مردار شد ** صد سگ خفته بدان بیدار شد
- Gayp gizliliğine gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş çıkarır, hücuma koyulurlar. 630
- حرصهای رفته اندر کتم غیب ** تاختن آورد سر بر زد ز جیب